31 Ağustos 2018 Cuma

ANKARA KALESİ-112 "KEMALİZM, BİR ZORUNLULUKTUR." Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (Ankara: 13 Temmuz 2011) -Zorunluluk hali açısından Türkiye Cumhuriyetinin halen sahip olduğu konumu ele alınırsa ,önceden önlenemez bir biçimde ortaya çıkan gelişmelerin sonucunda böylesine bir devlet modelinin ortaya çıkmış olduğu görülmektedir.

ANKARA KALESİ-112     
"KEMALİZM, BİR ZORUNLULUKTUR." 
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara: 13 Temmuz 2011

Hayat gelip geçerken insanlar her aşamada çeşitli olaylar ya da gelişmeler ile karşı karşıya kalmaktadır .Bu gibi olayların bir kısmı istenerek önceden hazırlanırken ,bazıları da hiçbir biçimde istenmeden gündeme gelebilmektedir . İnsanlar yaşam boyu isteklerini gerçekleştirebilmek üzere mücadele edip dururlarken , her aşamada istenmeyen bazı gelişmeler ya da beklemedikleri olaylar ile karşı karşıya kalabilmektedirler . Hayatın insanlar ya da toplumlar için gelecekte neler hazırladığını önceden bilemeyen insanoğlu hedef ve amaçları doğrultusunda mücadelelerini sürdürürlerken ortaya tamamen istenmeyen bir durum çıkabilir ya da gösterilen çabaların tamamen tersi doğrultuda bir durum ile karşı karşıya kalınabilir . İstenen hedefler doğrultusunda mücadeleler sürdürülürken önceden kestirilemeyen ya da beklenmeyen bir başka durum ortaya çıkablir ve her şey alt üst olabilir . Bu yüzden evdeki pazar çarşıya uymayabilir ve önceden yapılan bütün planlar ve hesaplar yatabilir ya da sonuçsuz kalabilir . Çok karmaşık bir yapıya sahip olan insan toplumlarında ya da uluslar arası alanda bu gibi önceden beklenmeyen gelişmeler hiç istenmeyen ya da bir türlü önlenemeyen başka durumları ortaya çıkarabilir .İşte tarihsel süreç içerisinde uluslar arası ya da ulusal konjonktürlerde kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkan durumlara zorunluluk hali ya da zorunlu durum denmektedir .Sürüp giden yaşam düzeni çerçevesinde önceden hiç hesap edilemeyen bir durum olayların akışı içerisinde gelip kendisini dayatırsa,o zaman bir zorunluluk hali kaçınılmaz olarak gündeme gelir ve olayların akışını değiştirerek başka bir çizgide belirleyici olabilir . Bu gibi durumlar bir zorunluluk halidir ve önlenemediği ya da kaçınılamadığı için , kabül edilmek gibi bir sonucu da beraberlerinde getirerek topluma ya da kamuoyuna kendilerini dayatırlar .Zorunluluk hali ,hem kaçınılamayan ve önlenemeyen hem de kabül edilmek durumunda kalınan bir durumu ifade etmektedir .

Zorunluluk hali açısından Türkiye Cumhuriyetinin halen sahip olduğu konumu ele alınırsa ,önceden önlenemez bir biçimde ortaya çıkan gelişmelerin sonucunda böylesine bir devlet modelinin ortaya çıkmış olduğu görülmektedir . Bu durumu iyi kavrayabilmek için yeni ve yakın çağlarda yaşanmış olan büyük olaylara , gelişmelere ve bunların sebep olduğu devrimlere iyi bakmak gerekmektedir . Dünyayı tarihsel süreç içerisinde ele alarak inceleyen bilimsel yaklaşımlar ,bilimin temel metodu olan determinizim içerisinde gelişmeleri ele alırken , hepsinin birer sebep sonuç ilişkisi doğrultusunda birbirine bağlı bulunduğunu ,o nedenle bütün yaşanan olayların ya da toplumsal veya siyasal gelişmelerin birbirinin ya hazırlayıcısı ya da sonucu olduğunu belirli teoriler doğrultusunda ortaya koymaya çalışırlar .İnsanlığın yirmi birinci yüzyılın başlarında sahip olduğu bilgi birikimi geçmişten gelen büyük bir mirasın gelişen olaylar ve değişen koşullar çerçevesinde yeniden öne çıkmasını ve çok hızlı bir değişim süreci içerisinde anlaşılmaz gibi görünen yeniliklerin incelenmesini ve yeniden açıklanmasını gerekli kılmaktadır . Her aşamada gelinen noktanın ,geçmişten gelen olayların ve gelişmelerin zorunlu bir sonucu olup olmadığının tartışılması gerekmekte ,gelinen aşamada yapılan durum değerlendirmeleriyle bir zorunluluk halinin bulunup bulunmadığının da anlaşılması kaçınılmazlaşmaktadır . Bütün bilimsel alanlarda her bilim dalı ,kendi disiplini açısından böylesine değerlendirmeleri yaparken ,siyaset bilimi de siyasal gelişmeleri ve durumları tarihsel yöntemlerle geçmişten gelen çizgilerin devamlılığı içerisinde ele alarak değerlendirmeye çalışmak durumundadır . Şu an dünya haritası üzerinde yer alan bütün devletler ya da uluslararası kuruluşların böylesine geçmişten gelen bir çizgileri vardır .

Tarihte yaşanan büyük olayları ya da ortaya çıkan büyük devletleri medeniyetler teorisi içerisinde incelemeye çalışan bilimsel görüşler ,tarihin belirli aşamasında bazı devlet yapılarının ortaya çıktığını ,bu devletlerin zaman içerisinde birer medeniyet merkezi haline dönüştüğünü ,zaman içerisinde gelişerek en üst noktaya geldiğini ama hepsinin duraklamak,gerilemek ve yıkılmaktan kurtulamadığını açıklayarak ortaya koymaktadırlar . Bu doğrultuda büyük devletlerin ya da medeniyet merkezi oluşumların en çok beş yüz yıl ile bin yıl arasında var olabildiklerini ,ama belirli bir duraklama ya da gerileme sürecinden sonra yok olmaktan kurtulamadıklarını ,böylesine kötü bir durumu önleyebilmek üzere ellerinden gelen her çabayı gösterselerde yok olmayı bir türlü önleyemediklerini bir çok bilim adamı eserlerinde ortaya koymaktadırlar .Oswald Spengler isimli büyük bir tarihçi , insanlık tarihini anlattığı eserinde ,bütün medeniyetleri birer çembere benzetmiş ve dünyanın sürekli olarak dönmesi nedeniyle her devlet yapısının ya da medeniyet oluşumunun belirli bir süre sonrasında gerileyerek ortadan katlığını ve tarihe mal olduğunu öne sürmektedir . Tarih bu açıdan ele alındığında her dönemin önde gelen güçlerinin büyük devletlere yöneldiği ve bu devlet yapıları üzerinden medeniyet kuşakları oluşturdukları görülmektedir . Dünyanın sürekli dönmesi gibi ,bu siyasal yapılarda bir dönüşüme uğramakta , zamanla zayıf kalan yapılar ya da medeniyetler ortadan kalkarak tarihten silinirken , değişeme karşı ayakta kalmayı beceren ve bu doğrultuda değişimi iyi algılayarak yeni koşulları kendisi açısından değerlendirebilen güçlü devlet yapıları ya da medeniyet kuşakları geleceğe dönük bir süreç içerisinde varlıklarını koruyarak büyümelerini sürdürebilmektedirler . Bir önceki dönemde küçük olan bazı devletler ya da medeniyetler güçlenerek egemenlik alanlarını genişletebilmektedirler ya da bu durumun tamamen tersi gündeme geldiğinde gerileyerek çökmektedirler .Bu iki seçenekten hangisinin devreye gireceğini , toplumların ,devletlerin ve de medeniyetlerin yapılarının sağlamlığı belirlemektedir .

Türkiye Cumhuriyeti de bir devlet olarak dünya haritasının tam ortasında yer alırken ,diğer siyasal yapılar gibi tarihsel bir süreç içerisinde ele alınarak değerlendirilmek durumundadır . Her devlet gibi Türk devletinin de geçmişten gelen bir tarihsel çizgisi bulunmakta ve bu doğrultuda köklerine dayanarak varlığını korumağa çalışmaktadır . Geçmişteki olaylar belirli bir çizgide geliştiği için bugün bu topraklarda böylesine bir siyasal yapılanma tarihin dönemeç noktasında ortaya çıkmıştır . Eğer olaylar farklı boyutlarda ortaya çıksaydı ve de bu doğrultuda daha farklı bazı siyasal gelişmeler birbirini izleyerek sürüp gitseydi ortaya daha farklı durumlar çıkabilir ve bu nedenle de farklı devlet yapılanmaları gündeme gelebilirdi . Eğer bugün ,merkezi coğrafya da Türkiye Cumhuriyeti gibi bir siyasal yapılanma varsa ve bu devlet yapısı her türlü baskı ve zorlamalara karşı varlığını devam ettirerek yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçerek yoluna devam edebiliyorsa ,gene bu durumun açıklanmasını tarihsel sürecin öne çıkardığı kaçınılmaz gelişmeler ile bu kaçınılmazlıkların dayatmış olduğu zorunluluklar çerçevesinde bu siyasal durumun açıklanması gerekmektedir . Birbirini izleyen olaylar farklı boyutlarda gündeme gelseydi ,yeryüzünün siyasal dengeleri çok daha ayrı çizgilerde gelişmeler göstereceği için , o zaman Türklerin üzerinde yaşadığı bu topraklar üzerinde bugünkünden farklı siyasal yapılanmalar ortaya çıkabilecek ya da Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahip olduğu siyasal modelin bütünüyle dışında kalan yeni devlet kurma plan ve projeleri devreye sokulmağa çalışılacaktı . Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyetinin varlık nedenleri ele alınırsa ,dünya koşullarının birbirini izleyen değişimleri sonucunda kaçınılmaz olarak böylesine bir devlet yapılanmasına gidildiği görülmektedir . Bir kaçınılmazlık çizgisi içerisinde birbirini izleyen olaylar ve siyasal gelişmeler sonucunda ,zorunlu olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti tarih sahnesine çıkmıştır .

Düveli Muazzama denilen batının büyük devletlerine ve onların saldırgan ve insafsız emperyal savaşlarına karşı çıkan ve tarih sahnesinden silinmemek üzere direnerek büyük bir ölüm kalım savaşına girişen Türk halkı ,ulusal bir kurtuluş savaşını zaferle sonuçlandırarak Misakı Milli sınırları içerisinde tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti devleti kurarak geleceğe dönük bir biçimde varlık çizgisini koruyabilmiştir . Yedi yüz yıllık bir dönemde dünyanın merkezi coğrafyasına egemen olan , büyük bir alanda farklı bir medeniyet yaratan Osmanlı İmparatorluğu uzun süren hegomonyasından sonra gerileyerek çöküşten kurtulamayınca , eskiden onun sahip olduğu ve kontrolu altında tuttuğu topraklar üzerinde yeni siyasal oluşumlar ya da devlet modelleri gündeme gelmiştir . Önce Balkan ülkeleri Osmanlının merkezi yönetiminden kopmuş ve daha sonra da hem Kuzey Afrika hem de Orta Doğu bölgeleri batılı emperyal devletler tarafından işgal edilerek birer batı sömürgesine dönüştürülmüşlerdir .Balkanlar , Afrika ve Orta Doğu ‘daki Osmanlı ülkelerini işgal ederek kendilerine bağımlı sömürge yönetimi kuran Düveli Muazzama güçleri , bu imparatorluğun merkezi topraklarının bulunduğu Anadolu yarımadasına da asker çıkartarak bütünüyle Osmanlı siyasal yapısını tarih sahnesinden silmek istemişlerdir . Ne var ki , kaybedilen topraklardan kopup gelen eski Osmanlı ahalisi Anadolu’da bir araya gelerek Misakı Milli sınırlarını kurtarma doğrultusunda bir ölüm kalım savaşı vererek , Osmanlının merkez alanında bağımsız bir devletin önünü açabilmişlerdir . Şurası inkar edilemiyecek bir gerçektir ki , Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasıydı Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet kurulamazdı . Eğer bugün böylesine bir devlet modeli merkezi coğrafyada varsa , bunun ana nedeni Osmanlı imparatorluğunun yıkılmış olmasıdır . Demek ki ortada bir kaçınılmaz durum vardır ve Osmanlı yönetiminin yıkılışı önlenemediği için ,ortaya çıkan siyasal boşluk alanında o dönemde gelişen olaylar sonucunda zorunlu olarak bir yeni devlet modeli olarak Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkmıştır . Balkanlarda küçük bölgeleri imparatorluktan kopararak bir büyük Balkanizasyon süreci ile koskoca Osmanlı imparatorluğunu dağıtmak isteyen batı emperyalizminin dayatmalarına karşı eski Osmanlı ahalisi ,merkezde toplanarak karşı çıkmış ve bir kurtuluş savaşı sonrasında yepyeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu gerçekleştirilmiştir .

Tarihsel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış olan Türk devletinin sahip olduğu devlet modeli öyle kendiliğinden gündeme gelmiş bir siyasal yapılanma değildir . Osmanlı devletinin başına akbaba sürüsü gibi gelip konan batının emperyal devletleri , ikinci meşrutiyet döneminde ilan edilen özgürlük ortamında üç yüz civarında parti,dernek ,vakıf ve benzeri kuruluşun Osmanlı ülkesinde kurulmasını sağlayarak ve bunlara dışarıdan büyük maddi yardımlar sağlayarak birbirinden çok farklı yeni devlet modellerini devreye sokmak istemişlerdir . Başta Britanya olmak üzere , Fransa,İtalya,Rusya ve Almanya Osmanlı topraklarının paylaşılmasında öne geçerek kendi büyüme planları doğrultusunda sömürge,koloni statüsünde küçük devletler oluşturmak istemişler ,ayrıca bütün coğrafyayı din üzerinden kontrol altına almak isteyenler de tıpkı eski Emevi ve Abbasi imparatorlukları gibi bölgesel yapılanmalar peşinde koşarken , kapitalist sistem de Siyonizm ile de anlaşarak merkezi coğrafyada batıya bağımlı federasyonlar kurma arayışı içerisinde olmuşlardır . İstanbul işgal edildikten sonra Anadolu’ya yabancı ordular çıkartılınca Türk halkı bu duruma dayanamıyarak tepki göstermiş ve kutsal bir isyana kalkışarak bağımsız devlete giden yolu açmıştır . Samsun’a çıkış sonrasında ulusal kurtuluş savaşının başına geçen Mustafa Kemal Atatürk , giderek Türk halkının ulusal kurtuluş mücadelesi ile bütünleşen bir önder haline gelmiş ve bu nedenle de kısa zamanda Anadolu kurtuluş mücadelesi dünya basınında Kemalist hareket olarak adlandırılmağa başlanmıştır .Bu aşamadan sonra artık hem Türklerin ulusal önderi Mustafa Kemal’dir ,hem de Osmanlı sonrasında boşlukta kalan merkezi alanda Türklerin bağımsız bir devlet ve çağdaş bir ulusal cumhuriyet kurma hareketinin adı Kemalizm’dir .Tarihsel zorunluluklar nedeniyle bugünkü Türk devleti çok farklı bir yapıda tarih sahnesine çıkarken ,Kemalist Cumhuriyet olarak başta Fransa olmak üzere bütün batılı devletler tarafından tanınmak zorunda kalınıyordu .

Kemalizm ile bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız bir siyasal yapılanma olarak öne çıkarken ,geçmişten gelen olayların ve bunların sebep olduğu siyasal gelişmelerin bir sonucu olarak gerçeklik kazandığı için kaçınılmazlık noktasında bir zorunlu siyasal yapı olarak ortaya çıkmıştır .Eğer böyle bir devlet modeli ortaya çıkmasıydı o zaman daha farklı yapılanmalar belirli siyasal merkezler tarafından devreye sokulmağa çalışılacak ve onlara bağlı olan bazı mandacı ve işbirlikçi kesimler dış modeller doğrultusunda bu coğrafyada birbirinden farklı devlet yapılarını gerçekleştirebilmek için birbirleriyle mücadeleye girebileceklerdi . Özellikle büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir haritayı merkezi alanda çizmek istedikleri aşamada ,Anadoluda toplanan eski Osmanlı ahalisi bölünerek emperyal oyunlara alet olmaktan kurtulamıyacaktı . Eski Osmanlı ahalisi içerisinde Türkmen kökenli toplulukların sayıca fazla olması nedeniyle Türk kimliği o dönemde öne çıkmış ve bir hanedanının tarihe mal olduğu bir aşamada verilen ulusal kurtuluş savaşı Türk kurtuluş mücadelesi olarak tarihteki yerini almıştır . Bu nedenle , yeni kurulan devlet Avrupa kıtasının yanında bir ulus devlet olarak yerini alırken Türkiye Cumhuriyeti olarak resmen ilan edilmiştir .O dönemde Avrupa dünyanın merkezi olduğu için Avrupa tipi ulus devlet bütün yeni devletler için örnek model olarak yön gösteriyordu . Bu doğrultuda ,devletin millet adına kurucusu olan Atatürk ,Kemalist modeli ortaya koyarken Avrupa tipi ulus devletleri yeni Türk devleti için de model olarak ele alıyordu . Ulus devletlerin emperyalizmine karşı durabilmek ve onlara teslim olmamak üzere eski Osmanlı ahalisi tarih önünde bir uluslaşma sınavı veriyor ve ulusal kurtuluş savaşı ile de bağımsız ulus devletine kavuşuyordu . Türklerin tarih sahnesinden silinmemesi için böylesine bir mücadeleninin zorunluluğu önem kazanıyordu . Tarih uluslar arası mücadele ve savaşlar ile dolu olduğu için Türk ulusu da ,bütün eski Osmanlı ahalisini yanına alarak bir var olma mücadelesi veriyor ve bu kutsal savaşı kazanarak da Osmanlı topraklarının merkezi olan Anadolu’da yepyeni bir devlet ve çağdaş bir cumhuriyet olarak gerçeklik kazanıyordu . Kurtarıcı ve kurucu önder olarak Atatürk’ün her aşama da başında yer aldığı Türk ulusal mücadelesi bir anlamda Atatürk’ün görüş ve ilkelerinden meydana gelen bir dünya görüşü olan Kemalizm’e dayanarak dünya sahnesine çıkış yapıyordu . Kemalizm ile bütünleşen bir Türk ulus devleti geleceğe dönük olarak imparatorluk sonrasında gerçeklik kazanıyordu .

Kemalizm’in bir zorunluluk olması , ortaya çıkardığı ve yarattığı devlet modelinin merkezi coğrafyada başka siyasal çözümlerin başarıya ulaşamaması nedeniyledir . İngilizler başında bulundukları büyük Britanya imparatorluğu ile merkezi coğrafyayı bütünüyle işgal edememişler ve tam İngilizler Hazar bölgesini ele geçirirken ,bir dünya devrimi olarak Sovyet İhtilali ortaya çıkarak onların önünü kesmiştir . Sovyetler Birliğinin kurulmasından sonra gündeme gelen Bakü kurultayı merkezi coğrafyanın Osmanlı imparatorluğu sonrasında alacağı şekli belirleyerek , batı emperyalizminin dünyanın merkezini bütünüyle ele geçirmesini önlemiştir . Bütün Anadolu işgal altında iken ,Sovyet Devrimi batılı emperyal ülkelerin önünü kesmiş ve ortaya çıkan yeni dünya dengelerinde Misakı Milli sınırları içerisinde kurtuluş savaşı veren Türk ulusu kendi ulus devletini üniter ve merkezi bir yapıda kurabilme şansını elde etmiştir . Sovyet devrimi Düveli Muazzamanın önünü keserken , Anadolu daki ulusal kurtuluş savaşının da önünü açarak Türkiye Cumhuriyetinin ulusal ve üniter bir yapıda bağımsız bir siyasal yapılanma ile öne çıkmasını sağlayan ortamı yaratmıştır . Leninizm yeni Sovyet rejiminin kurucu ideolojisi olarak öne çıkarken , Kemalizm’de yeni bağımsız Türk devletinin kurucu düşünce sistemi olarak belirginlik kazanmıştır . Sosyalist sistemin ana ögesi olan antikapitalizm ve antiemperyalizm aynı zamanda Kemalist devletin de belirleyici unsurları olmuş ve tam bağımsızlığa giden yolun ana belirleyicileri olmuştur . Sovyet devrimi olmasaydı belki o dönemin koşullarında Anadolu ihtilalinin önü kapanabilirdi .O dönemin koşullarında batılı emperyal devletlerin önünün Sovyet devrimi ile kesilmiş olması yeni bir durum yaratmış ,Avrupalı emperyalistlerin dünyaya egemen olmaları önlenmiş ,Avrupa devletleri Hazar bölgesine ulaşamayınca ,bu bölgenin merkezindeki Bakü kentinde yapılan doğu halkları kurultayı merkezi coğrafyanın kaderini Osmanlı sonrası dönem için belirlemiştir . Sivas Kongresi kararları ile Ankara’da yeni devleti kuran Mustafa Kemal yeni devletin anayasasını yapabilmek için dünya dengelerinin oluşmasını beklemiş ve Bakü kurultayı sonrasında Halkçılık Beyannamesini Türkiye Büyük Millet Meclisine sunarak yeni devletin şeklini belirlemiştir . Halkçılık beyannamesine göre halk egemenliğine dayanan ulusal ve üniter bir devlet yapılanması ,Kuvayı Milliyenin zaferi olarak gerçekleştirilmiş ve Ankara merkezli çağdaş cumhuriyet ulusal kurtuluş savaşının başkentinden bütün dünyaya ilan edilmiştir . Tarihin öne çıkardığı olaylar o dönemin dünyasındaki yeni güçler dengesini yansıttığı için , Türk devletinin kurucusu olan Mustafa Kemal’de buna uygun hareket etmiş , tarihsel zorunlulukların dayatmış olduğu yeni ortamda kaçınılmaz olarak Türk ulusunun geleceği açısından kaçınılmaz olarak böylesine merkezi ve güçlü yeni bir devlet modeline yönelmiştir .

Tarihsel olayların seyri doğrultusunda ortaya çıkan yeni ortamın koşullarından yararlanmak isteyen Mustafa Kemal ,kendi adı ile anılan yepyeni bir devlet modelini merkezi alanda gerçekleştirirken hiçbir başka devlet modelini aynen kopya etmemiş ama hepsinden yararlanarak Türkiye’nin içinde bulunduğu özel koşullara uygun düşen farklı bir devlet yapılanmasına yönelmiştir .Devlet kurucu mantığı açısından bu konu ele alınırsa , devletin Türk milleti adına kurucusu olan Mustafa Kemal’in son derece haklı olduğu görülmektedir ,çünkü o dönemin koşullarında sadece kurtuluş savaşı vermenin yeterli olamıyacağını , geleceğe dönük bir kurumsal yapı oluşturulabilmesi için var olan koşulların gerçekci bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini Atatürk çok iyi biliyordu . O dönemde üç ayrı dünyanın bulunması ,bir tarafta batı dünyası ile İslam dünyası bulunurken ,yeni ortaya çıkan sosyalist dünyanın da dikkate alınması gerekiyordu . Üç dünya arasındaki merkezi alanda bir devlet kurulurken Mustafa Kemal tamamen gerçekci ve bağımsız olarak hareket ediyor ve geleceğe dönük olarak güçlenebilecek çok farklı bir siyasal yapılanmayı yeni devlet ile beraber gündeme getiriyordu . Müslüman bir toplumda batı tipi bir ulus devlet kurarken ,bunu aynı zamanda halkçılık esasına dayandırarak sosyalist dünyayı da ihmal etmiyor ve bu üç dünyanın tam ortasında Türkiye’nin ve Türk ulusunun özel koşullarına uygun düşen bir ulusal sentezi gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti devletini bütün dünyaya ilan ediyordu . Hangi devlet modelini tercih ettiğini soran bir yabancı basın mensubune yanıt verirken , Atatürk Türkiye’yi hiçbir modele benzetmenin mümkün olmadığını , bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin tamamen kendi gerçekleri ve özel koşulları doğrultusunda kendi özgün yolunu seçtiğini ifade ederek , Türkiye’nin ancak kendisine benzeyebileceğini çünkü sahip olduğu özel koşulların böylesine bir zorunlu durumu ortaya çıkardığını açıkca dile getiriyordu . Atatürk’ün bu açıklaması da yeni kurulan Kemalist cumhuriyetin bir zorunluluklar sonucu olduğunu açıkca ortaya koymuştur . Sovyetler Birliğine girmeyen ,batı emperyalizminin sömürgesi olmayan , Müslüman bir toplumda çağdaş bir cumhuriyeti laik ve merkezi bir düzen çatısı altında kurabilen Kemalizm , tarihin dayatmış olduğu zorunluluklara karşı , Atatürk’ün önderliğinde Türk ulusunun vermiş olduğu bir ulusal yanıtı örgütleyerek kurumlaştırmıştır . Atatürk’ün kurucu önder olarak Türk ulusuna kazandırmış olduğu Türkiye Cumhuriyetinin artık bir tarihsel zorunluluk olarak benimsenmesi gerektiğini . batılı emperyalistlerin görmesi gerekmektedir . Ulusal kurtuluş savaşı bir imparatorluğun yıkılmasından sonra bir zorunluluk olarak yapılmak zorunda kalınmışsa , savaş sonucunda elde edilen zafer üzerine de böylesine bir Kemalist Cumhuriyetin kurulması gene tarihsel bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir . Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına doğru emin adımlar ile yol alırken ,artık Türkiye Cumhuriyetini yıkmak ve çökertmek isteyen emperyal planların geride kaldığını dost ve düşman herkesin görmesi gerekmektedir . Türkiye Cumhuriyeti nasıl inkar edilemez bir tarihsel gerçeklik ise , bu büyük ve bağımsız siyasal yapılanmayı ortaya çıkaran bir anlamda yeniden yaratan düşünce sistemi olarak Kemalizm’de bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir . Türkiye Cumhuriyeti ile beraber bu çağdaş devlet yapılanmasını ortaya çıkaran ve güçlü bir devlet modeli olarak Türk ulusuna kazandıran Kemalizm de tarihsel bir zorunluluktur . Tarihe bilimsel olarak bakanlar tesadüfler gibi zorunlulukları da görebilmektedirler . Türk devletinin düşmanlarından Türk ulusunun bir ricası olacaktır . O da tarihe bilimsel yöntemler ve gözle bakabilmesini herkesin öğrenebilmesidir . Eğer Türkiye’nin düşmanları dünya tarihine bilimsel gözle gelecekte bakabilirlerse o zaman böylesine bir devlet modelinin ve bunu ortaya çıkaran düşünce sisteminin kaçınılmazlığını ve zorunluluğunu da görebileceklerdir . Kapitalizm emperyalizmin dayattığı bir sistemdir , sosyalizm ise insanlığın bu dayatmaya getirmiş olduğu karşı koymanın adıdır . Kapitalist ve sosyalist dünya arasında ortaya çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti ise ,kapitalist ve sosyalist dünyalara teslim olmayan Türk Türk ulusunun dünya tarihine Kemalizm ile bağımsız olarak bakışının adıdır . Bu nedenle , Kemalizm hiçbir başka ideolojiye benzemez ve Türkiye’nin farklı koşullarında Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir biçimde yoluna devam edebilmesi için Türk halkına yol göstermeye devam etmektedir . Kemalizmin tarihsel bir zorunluluk olduğunu görebilenler hem Türkiyeyi hem de Türk devletini daha iyi anlayabileceklerdir .O zaman , Türkiye’ye Kemalizm dışında yol ve yöntemlerin dayatılmasında ısrar etmekten vazgeçebileceklerdir . Yüzüncü yılına seksen milyon nüfusu ve büyük devleti ile ulaşmaya çalışan Türkiye Cumhuriyetini var eden Kemalizm’in zorunluluğu ve kaçınılmazlığı bir kez daha gerçekci değerlendirmelerde temel dayanak noktası olacaktır . Farklı devlet modelleri ile Tür’k ulusunu siyasal maceralara sürüklenmesine Türk devletini kurmuş olan ulusal iradenin izin vermesi mümkün olamıyacaktır . Tarihin kaçınılmazlığı sürecinde bir zorunluluk olarak var olan Türk devleti modeli ile ,merkezi coğrafyanın geleceğine bakmak daha gerçekci bir yaklaşım olacaktır . Türkiye Cumhuriyeti bu yönü ile de bütün Avrasya ülkelerine ,Türk ve İslam devletlerine model olacak biçimde zorunlu bir devlet yapılanmasıdır .

20 Ağustos 2018 Pazartesi

ANKARA KALESİ.164 "ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR" Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN Ankara, 21 Ocak 2013


ANKARA KALESİ.164
"ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR" 
Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN
Ankara, 21 Ocak 2013

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve kurucu iradenin temsilcisi olan Mustafa Kemal Atatürk ;Türk devleti ,Türk dünyası ve Türk ulusuna düşman olan bütün kesimler ve merkezler tarafından ana hedef tahtasına oturtulan bir hedef haline getirilmiş ve bu doğrultuda her türlü saldırıya açık bir ortam yaratılmıştır . Yirminci yüzyılın önde gelen liderlerinden birisi olarak Atatürk soğuk savaş yıllarında saygı ile karşılanmış , özellikle batı dünyasının uygar kesimleri , kendi ülkesinde bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında aynı zamanda bir de uygarlık devrimi yapmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ü her zaman saygı ile karşılamışlar ve yıldönümlerinde övücü sözler ile Türkiye Cumhuriyetinin kurucusuna hak ettiği yeri vermeğe çalışmışlardır .Yirminci yüzyılda batı dünyasında yayınlanmış olan bir çok kitap ya da bilimsel araştırmalarda da Atatürk’ten olumlu söz edildiği ve siyasal tarihin önde gelen liderlerinden birisi olarak kabul edildiği görülmektedir . Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu açısından mutlulukla karşılanan bu pozitifi yaklaşımın yirmi birinci yüzyıla girerken giderek terk edildiği ve Atatürk ile beraber onun düşünce ve ilkelerine karşı büyük bir saldırı kampanyasının örgütlendiği açıkça ortaya çıkmaktadır .Dün Atatürk’e saygı gösterenler ve sahip çıkanlar bugün Atatürk ve Atatürkçülük karşıtı bir çizgide bir araya gelerek , toplu bir saldırı kampanyasını küresel sermaye ve medya desteği ile topluca sürdürmektedirler .

Yirminci yüzyıla girerken imparatorluklar çağı bitmiş ve ulus devletlere geçiş aşamasına gelinmiştir . Doğu imparatorlukları olan Rus Çarlığı ,Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu birinci dünya savaşı sürecinde çökerek dağılınca bunların yerine bir çok ulus devlet kurulmuş , daha sonraki aşamada ikinci dünya savaşı ile beraber Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği merkezli iki kutuplu dünyaya geçilince Batı Avrupa devletlerinin dünya kıtaları üzerinde oluşturdukları beş yüz yıllık sömürge imparatorlukları da dağıtılarak ,sömürgelerin uluslaşması çağına geçilmiştir . Böylece yirminci yüzyıla girerken dünya haritası üzerinde yirmi devlet varken , sömürgelerin devletleşmesi sayesinde iki yüz devletin üzerinde yer aldığı bir dünya haritası ortaya çıkartılmıştır .Bu yüzyıl imparatorluklardan ulus devletlere geçiş çağı olduğu için ,uluslar arası konjonktürde kıtalar üzerindeki ulus devletlerin oluşumuna elverişli bir ortam yaratılmıştır . İşte bu aşamada Türk ulus devletinin kuruluşu imparatorluklar sonrasında gündeme gelirken , bir ulusal kurtuluş savaşı zaferi üzerine Türkler kendi ulus devletlerini kurabilmişlerdir . O dönemde ,emperyal devletlere karşı bir mücadele ile Türkler ulus devletlerine kavuşurken ,kurucu önder olarak Atatürk dünyanın bütün ülkeleri ve ulusları tarafından yüceltilerek saygı ile selamlanmıştır . Çağın gidişine uygun bir doğrultuda köhnemiş bir imparatorluk düzeninden çağdaş bir cumhuriyet düzenine geçişi sağlayan önder olarak Atatürk uygar dünyanın en önde gelen siyasal liderlerinden birisi olarak her zaman saygı ile karşılanmış ve daha sonrasında da aynı saygı çizgisinde anılmıştır .

Ne var ki , Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında Amerika Birleşik Devletleri tek kutup merkezi olarak ayakta kalınca ,kendisini en büyük süper güç olarak ilan etmiş ve bu durumundan yararlanarak kendisinin merkezinde yer aldığı bir tek merkezli yeni dünya düzeni oluşturmağa yönelmiştir . Özellikle , tekelci şirketlerin çok büyüyerek küresel sermaye kuruluşlarına dönüşmeleri aşamasında ,Amerika Birleşik Devletleri küreselleşmenin merkezi olarak ilan edilmiş ve bu doğrultuda küresel sermayenin istek ve gereksinmeleri doğrultusunda , yepyeni bir küresel imparatorluk oluşturma hedefine yönelik olarak, batı emperyalizmi bütün dünya ülkelerini yeniden sömürgeleştirmeğe başlamıştır . Yirminci yüzyılda sömürgelikten kurtularak bağımsız ulus devletlere dönüşen dünya ülkeleri ,bir asır sonrası yeniden sömürgeleşmeğe doğru sürüklenirken ,ekonomi üzerinden bağımlı bir duruma zorlanmışlar ve yeniden kapitalist emperyalizmin tutsağı konumuna düşürülmüşlerdir .Birinci dünya savaşının hemen ardından ilk bağımsızlık savaşını vererek bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kuran Atatürk tüm eski sömürgelere antiemperyalist bir çizgide bağımsız ulus devlet olma yolunu açmıştır . Küresel sermaye yeniden sömürgecilik peşinde koşarken ,ilk bağımsızlık savaşını veren Türklerin ulusal önderi Atatürk’ü başlıca hedef olarak seçmiştir . Bu nedenle , uygar batı ülkelerinde bir asır boyunca saygı ile karşılanan ulusal kurtuluşçu ve antiemperyalist önder Mustafa Kemal ,yeni dönemde tamamen olumsuz bir çizgide kötü ve aşağılayıcı bir dil ile ele alınarak giderek artan bir saldırı trafiğine hedef yapılmıştır . Uluslar arası konjonktürü kendi çıkarlarına göre ayarlamasını iyi bilen batılı emperyal güçler ,dünya uluslarını uyutarak ulus devletlere karşı savaş açarlarken ,her ülkedeki ulusal önderleri baskıcı,otoriter hatta faşist olmakla suçlayarak ulus devletlerin temelini oynatmağa yönelmişlerdir . Bu noktada , Hitler ve Mussolini gibi faşist önderler kullanılarak bütün ulusal önderler faşist olarak ilan edilmeğe çalışılmış ,bu doğrultuda Atatürk’ü Hitler ve Mussolini ile beraber ele almak bütün küreselci, mandacı ,işbirlikçi ,neoliberal ve cemaatçı akımlar elbirliği ile ulusal önderleri karalayarak gündemden düşürürlerken ,dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk ulus devletinin kurucu önderine yönelik saldırıları artırarak Atatürk’ü tarih sahnesinden silmeğe yönelmişlerdir . Bu doğrultuda ,akla gelen her yol denenerek Atatürk küçük düşürülmeğe ve kendi ulusu önünde mahkum edilmeğe uğraşılmıştır .

Atatürk’ün en büyük düşmanı emperyalizm olduğu için , emperyalizm de Atatürk’ü kendisine en büyük düşman olarak seçmiştir . On beşinci yüzyıl sonrasında dünyayı beş yüz yıl sömüren batı kapitalizmi ,küresel sermayenin önderliğinde bir dünya imparatorluğuna yeniden yönelirken başlıca engel olarak ulus devletleri gördüğü için ,dünyanın her yerinde tüm ulus devlet önderleri kara listelere alınarak yıpratılmağa yönelinmiştir . Bu nedenle Atatürk en büyük ulus devlet kurucusu olarak emperyalizmin her zaman için hedefinde olmuştur . Emperyal merkezlerin adamları ve bu merkezlere bağlı olan bilim adamı ya da yazar takımları ,ağız birliği içerisinde bu merkezlerden aldıkları talimatlar doğrultusunda Atatürk’e ve onun ilkelerinden meydana gelen Atatürkçülük akımına karşı her türlü saldırı yolunu denemeğe kalkışmışlar , bu doğrultuda çeşitli siyasal senaryolar düzenleyerek ulus devletlerin kurucu önderleriyle beraber Atatürk’e de çamur atmaktan uzak durmamışlardır . Bu tarihsel gerçek nedeniyle ,Atatürk’e ve onun ilkelerinden meydana gelen Atatürkçülük akımına en büyük düşman her zaman için emperyalizm olmuştur . Emperyalizm hem kendi yetiştirdiği adamları ile hem de dünya ülkelerinde maddi çıkar peşinde koşan işbirlikçi takımı ile beraber çalışarak hem ulus devletlerden , hem de bu siyasal yapıların ulusal önderlerinden kurtulabilmenin çabası içinde olmuştur . Yeryüzü kıtalarının tamamını ele geçirerek emperyal imparatorluklarının eyaleti konumuna çevirmek istedikleri ulus devletler , karşı karşıya kaldıkları emperyalist baskı ve saldırılar sırasında Atatürk gibi ulusal önderler her zaman için hedef tahtası konumunda olmuşlardır . Tam bağımsız bir ulus devlet kurmayı hedefleyen ve bu doğrultuda ciddi bir ulusal kurtuluş savaşı vererek emperyalizme karşı savaşan Atatürk,yabancı emperyalizm ve onların yerli işbirlikçilerinin hedefinde olmuştur . Emperyal olmayan dünya devletleri ve ulusları Atatürk’ü büyük bir saygı ile selamlarken emperyalistler kendi çıkar düzenleri uğruna oluşturdukları yalan kampanyaları ile Atatürk ve benzerlerini gözden düşürebilmenin çabası içinde olmuşlardır . Sahte belgeler ,yalancı tanıklar ,uydurma senaryolar ile çamur atma girişimleri ve benzeri saldırılar ile Atatürk sürekli olarak gözden düşürülmeğe çalışılmıştır . Bu doğrultuda Atatürkçülük’de mahkum edilerek halk kitlelerinin bu doğrultuda hareket etmeleri önlenmiştir .

Türkiye Cumhuriyeti , Atatürk dönemi sonrasında kendi güvenliği için bir ulusal savunma stratejisi belirlerken , soğuk savaş koşulları içindeki batılı müttefiklerinin baskısı ile hareket ederek eksik ve yanlış bir tehdit analizi yapmıştır . Atatürk’ün Türk ulusuna miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyetine yönelik olarak üç ana tehdit belirlenmiş ama gerçek ana tehdit olan emperyalizm gözden uzak tutulmuştur . Türk devletinin Atatürk sonrasında böylesine çarpık bir tehdit analizine sürüklenmesine neden olan batılı ülkeler ve onların yerli işbirlikçileri ,böylece Türk devletini yeniden batı emperyalizminin kıskacı altına alabilmenin arayışı içinde olmuştur . Emperyalizm hegemonya planları doğrultusunda her şeyi ve yolu kullanmak gibi bir oportünizmi her aşamada uyguladığı için ulus devletler açısından her zaman en büyük tehdit emperyalizm olmuştur .Ne var ki , Atatürk dönemi sonrasında işbaşına gelen siyasal yönetimler , kurucu önderin tam bağımsızlığı sürdürecek siyasal dengelerini terk ederek ve kurucu önderin cenazesi kalkar kalkmaz hemen gizli antlaşmalar imzalayarak Türkiye Cumhuriyetini yeniden bağımlı bir konuma getirmişlerdir . İkinci adam olarak işbaşına gelen yeni devlet başkanı kendisini milli şef ilan ederek ,İngiltere,Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri gibi Atlantik güçleri ile gizli antlaşmalar imzalayarak Atatürk’ün tam bağımsızlık statüsünde kurduğu Türk devletinin ,Atlantik emperyalizminin güdümü altına girmesini sağlamıştır .Atatürk’ün ölümü üzerine hemen onun yönetim kadrosu tasfiye edilmiş ve Atlantik emperyalizmine yakın kadrolar işbaşına getirilerek , tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti yeniden batı emperyalizmine bağımlı bir konuma getirilmiştir . Atatürk bütün antlaşmaları meclisten geçirerek Türk kamuoyunun desteğini alırken , yerine gelen ikinci adamın bir Atlantikçi gibi davranması Türkiye’yi yeniden bağımlılık çıkmazının içine itmiştir .

Soğuk savaş koşullarında ,Türkiye Cumhuriyeti Sovyet tehdidi yüzünden Nato’ya üye olmak zorunda kalmış ve bu aşamadan sonra bağımsızlığını iyice yitirerek ,Nato üzerinden batının askeri merkezlerinin güdümünde kalan bir yönetim biçimine doğru yönlendirilmiştir .Nato Türkiye’ye gelerek askeri üsler kurmuş ama aynı zamanda sivil kadrolar da yetiştirerek Türk siyasetinde önde gelen yerlere getirmiştir . Böylece Türkiye ,içeriden ele geçirilerek bir anlamda batı emperyalizminin yönlendirdiği ülke konumuna gelmiştir . Nato Türk ordusunun Atatürkçü kadrolarını tasfiye ettirirken , Türk siyasetinde öne çıkardığı batıcı kadrolar aracılığı ile de Türkiye Cumhuriyeti bulunduğu bölgedeki batı çıkarları doğrultusunda yönlendirilmeğe çalışılmıştır . Dış emperyal tehdidin yanı sıra bir de iç emperyal tehdit ,Türkiye’nin Nato üyesi olmasından sonra gündeme gelmiştir . Sovyet tehdidine karşı batı emperyalizmi bütün Orta Doğu bölgesindeki güvenlik önlemlerini Türkiye üzerinden almış , Türkiye’de kurulmuş olan üsler batı çıkarları doğrultusunda kullanıldığı için Türk devleti bütün komşuları ile düşman konumuna gelmiştir .İsrail’in güvenliği için kurulan İncirlik üssü yüzünden Türkiye Suriye,Irak ve İran gibi sınır komşuları ile düşman durumuna sürüklenmiş ve bu yüzden de ciddi güvenlik tehditleri ile karşı karşıya kalmıştır . Nato üyeliği Türkiye için güvenlik üreteceğine ,tüm komşular ile karşı karşıya bırakılmak gibi bir savaş tehdidini her zaman için canlı tutmuştur . Batı çıkarlarının temsilcisi olan bir askeri örgüt ,batı emperyalizmine karşı bir ulusal kurtuluş savaşı vererek Türkiye Cumhuriyetini bağımsız devlet konumuna getiren Atatürk’e ve onun ilkelerine uzak durmuş ,Atatürkçü askeri ve sivil kadrolar yerine , batıcı ,mandacı ve işbirlikçi siyasal kadrolar ile çalışmayı tercih etmiştir . Atatürk ve ilkeleri yavaş yavaş Türk devletinden ve toplum yapısından silinirken ,batıcı ve Amerikancı bir yaklaşım giderek öne çıkartılmış , bu tutumun arkasından da geleceğe yönelik Büyük İsrailci bir yaklaşım giderek öne çıkmağa başlamıştır . Batıcılık zamanla Amerikancılık,Avrupacılık ve İsrailciliğe doğru yönelirken , Türkiye hızla bağımsızlığını yitirmek durumunda kalmış ve batı işbirlikçisi kadrolar içeriden devleti ve toplumu ele geçirirlerken , hem Atatürk imajını , hem de ondan Türk ulusuna yadigar kalan cumhuriyetin temel ilkelerini silmek üzere her fırsatta harekete geçmişlerdir . Türkiye Cumhuriyeti hukuken bağımsız bir devlet olmasına rağmen , Nato’nun ülkeye yerleşmesi sonrasında işbirlikçi kadroların toplum ve devlet yönetimini ele geçirmeleri üzerine yeniden Osmanlı devletinin son dönemindeki gibi dışa bağımlı bir durum yaratılmıştır .

İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye hızla küçük bir Amerika olarak ABD sömürgesi olurken ,Nato ülkede her türlü senaryoya yönelerek siyasette Amerikancı kadroları öne çıkarmış ,bu aşamada tehdit analizleri de batı ittifakının istediği doğrultuda yapılmıştır . Batı açısından Sovyetler Birliği karşı kutbun merkezi olduğu için Türkiye’de tehdit analizleri üç büyük tehdite göre yapılmıştır .Ulusal güvenlik belgelerinde önce komünizm ,sonra da bölücülük ve şeriatçılık ana tehditler olarak belirlenmiş ama ana tehdit olan emperyalizmden söz edilmemiştir ,çünkü bu çarpıtılmış tehdit analizini Türkiye batının jandarması olan Nato aracılığı ile yapmak durumunda kalmıştır . En büyük tehdit olan emperyalizmi yok sayarak karşı kutbun rejimini tehdit görmek ,ayrıca üniter devlet ve laik cumhuriyet açısından en büyük tehditler olan bölücülük ve şeriatçılıka göstermelik olarak ulusal güvenlik belgelerinde yer verilirken ,emperyalizmden hiç söz edilmemesi ,sanki emperyalizm yokmuş gibi bir tutumun izlenmesi sayesinde , batı emperyalizmi Türk devletinin her birimine ustalıklı bir biçimde sızarak ülkenin batılılar tarafından yeniden ele geçirilmesi işlemlerini tamamlamışlardır . Nato destekli askeri yönetimler sırasında hem Atatürkçü kadrolar hem de bütünüyle Atatürkçülük Türk devletinin her biriminden ustalıklı bir biçimde silinerek ,Türkiye yeniden yarı sömürge konumuna düşürülmüştür . İşbirlikçi ve mandacı ekipler batı sisteminin çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi bir yerlere doğru sürüklerken ,ana tehdit olan emperyalizm yok sayılmış ama batı emperyalizminin kontrolu altında olan her türlü bölücülük ve şeriatçılık akımları komünizm ile beraber ana tehditler olarak gösterilmiştir . Türkiye Cumhuriyeti batılı müttefikleri sayesinde böylesine çarpık bir tehdit analizine mahkum edilince ,ülkenin yeniden sömürgeleşmesinin yolu açılmıştır . Türkiye Sovyet tehdidi ile uğraşırken Nato her yönü ile Türkiye’ye yerleşmiş ,komünizm korkusu MacCartism çizgisinde giderek abartılırken , Türkiye’nin bir Amerikan sömürgesi konumuna sürüklenmesine seyirci kalınmıştır .

Atatürk’ün emperyalizm ile savaşarak ilan ettiği tam bağımsız Türk devleti yeniden batı emperyalizminin kucağına düşünce ,ulusal kurtuluş savaşı sonucunda elde edilen kazanımlar teker teker elden gitmiş ,sömürgeleştirme sürecine karşı çıkan Atatürkçü akım da düşman ilan edilerek ,Atatürk ile beraber halkın gözünden düşürülmeğe çalışılmıştır . Nato’cu darbeler Atatürkçülük adına yapılıyormuş gibi senaryolar sahneye konulmuş ama bu dönemlerde gerçek Atatürkçüler ve Atatürkçülük hem devletten hem de toplumdan uzaklaştırılmağa çalışılmıştır . Eminsu ‘lar ile I47’ler,1402’ler’in tasfiyeleri Amerikan emperyalizminin Türkiye’ye yerleşmesi doğrultusunda gerçekleştirilmiş ,askeri rejimlerde halk Atatürkçülük adına Atatürk’ten soğutulurken ortaya sahte Atatürkçülük’ler çıkmış ve Türk halkı bu yoldan kandırılarak ciddi bir Atatürkçülüğe tehdit yolu açılmıştır . Açıktan Atatürk’e ve Atatürkçülüğe saldıramayanlar , Atatürk ilkelerini çarpıtarak ya da karıştırarak kendilerini de Atatürkçü gibi gösterme yollarına başvurmuşlar ,bu yollardan Türk kamuoyunda kafa karışıklığı yaratılarak antiemperyalist direnişin önü kesilmek istenmiştir . Tam bağımsızlıkçı Atatürkçülük her yönü ile emperyalizme karşı olduğu için ,emperyalistler de devlet ve toplumun çeşitli kanallarına sızarak , Atatürk ve Atatürkçülük düşmanlığını kararlı bir biçimde sürdürmüşlerdir . Sahte Atatürkçülük zaman içerisinde gerçek Atatürkçülük için en büyük tehdit konumuna gelmiştir . Türk halkı Atatürkçülüğün gerçeği ile sahtesini ayırabilecek durumdan uzaklaştırılmış ve böylece Atatürkçülük’te yozlaşmanın önü açılmıştır .

Ulusal güvenlik belgelerinde yer alan komünizm tehdidi Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında ortadan kalkmıştır ama sosyalist bloku tasfiye eden batı kapitalizmi ayakta kaldığı için ve ABD üzerinden daha da büyüyerek bir anlamda süper emperyalizm olarak dünya ülkelerine saldırıda bulunmaktadır . Bu nedenle , Türkiye yeni dönemde ulusal güvenlik belgesinden ana tehdit konusu olarak komünizmi çıkartarak yerine kapitalizmi koymak durumundadır . Avrupa ülkelerinin beş yüz yıllık sömürgeciliğinin eseri olan batı kapitalist sistemi yirmi birinci yüzyılda ABD öncülüğünde yeniden dünyaya saldırırken , oluşturulan neoliberal kadrolar yeni dönhemin işbirlikçileri olarak hem ulus devletlere hem de ulusal önderlere saldırmayı bir görev bilmektedirler .Liberalizmi özgürlükçülük gibi gösteren bu mandacı kadrolar ,küresel şirketlerin bütün dünya ülkelerine karşı uyguladıkları liberal faşizmi görmezden gelmekte ,ulusalcı önder Atatürk’ü faşist lider olarak ilan ederlerken küresel şirketlerin dünya halklarına karşı uyguladıkları gerçek faşist baskıları perdelemeye çalışmaktadırlar . Yeni dönemde ulusalcılık faşizm olarak ilan edilirken ,her türlü işbirlikçilik ve mandacılık liberalizm adına savunulabilmektedir . Bazan vatan hainliği çizgisine kadar ilerleyen işbirlikçilik ve mandacı girişimler bile batılı emperyalistler tarafından ödüllendirilmekte bu gibi kişiler ve toplum kesimleri hızla zengin edilirken , Atatürkçü ve ulusalcı kadrolar her yerden dışlanarak toplum dışına atılmağa çalışılmaktadır . Bütün neoliberal kadrolar ,yazarlar ve bilim adamları Atatürk ve Atatürkçülük düşmanlığında birleşmekte ,küresel sermayenin dünya imparatorluğu için ulus devletleri tasfiye işi bu gibi kadrolara verilirken ,bunlar da her fırsatta Atatürk düşmanlığını ve Atatürkçülük karşıtlığını gündeme getirmektedirler . Atatürk’e saldırma konusunda birbiriyle yarışan işbirlikçi kadrolar ,her aşamada emperyalizmin mutlak desteğini yanlarına almaktadırlar . Ekonomi üzerinden yeni sömürgecilik oluşturulurken ,kapitalist emperyalizmin ana tehdit olduğu bir türlü resmi belgelere konulamamaktadır .

Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti için ana tehdit olarak belirlenen bölücülük ve şeriatçılık tehlikeleri bugün hızla tırmanarak daha da büyümekte ama bütün bu hareketleri mutlak anlamda kontrolu altına alan küresel batı emperyalizmi ,laik ve çağdaş ulus devletleri yok etme doğrultusunda hem bölücülüğü hem de şeriatçılığı son derece etkili bir düzeyde kullanmaktadır . Etnik gruplar desteklenerek , kültürel haklar görünümünde içinde bulundukları ulus toplumdan sıyrılmaları sağlanarak bölücülük bütünüyle batı emperyalizmi tarafından desteklenmekte ,zaman içerisinde etnik grupların ulus toplumların dışına çıkarak kendi küçük eyalet devletlerini oluşturmalarına fırsat verilmeğe çalışılmaktadır . Ulus devletlerin aşılarak küçük eyaletlerin oluşumu üzerinden bir dünya devletine doğru gidiş tezgahlanmağa çalışılırken ulus devletler ile beraber ulus devletin öncüleri ve kurucu kadroları da hedef alınmaktadır . Bugün Türkiye’de Atatürk bölücüler tarafından faşist önder ilan edilirken , Atatürkçülük de faşizim gibi gösterilmeğe çalışılmaktadır . Faşizim ile Kemalizmi birbirinden ayırt edemiyecek derecede cahil ve bilgisiz olanlar ile,üstlendikleri işbirlikçi misyon nedeniyle kasıtlı olarak bu durumu yaratan bazı alt kimlikli kesimler örgütlü bir biçimde işbirliği yapabilmektedirler . Atatürk düşmanlığında bölücüler ile işbirlikçi mandacıların birleşmeleri Atatürkçülük açısından da olumsuz bir durum meydana getirmekte ,halkların özgürlüğü adı altında etnik grupların ulusal toplumlardan koparak küresel sermayenin güdümünde işbirlikçi küçük eyalet devletlerine yönelmeleri gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır . Etnik grupların dış destekle kopartılması aşamasında Türkiye’deki Atatürk saldırganlığı fazlasıyla artmış , Atatürk ilkeleri doğrultusunda Atatürkçü politikalar izlenmesinin önlenebilmesi için bölücü çevreler planlı bir biçimde ulusalcı ve Atatürkçü kesimlere sürekli olarak saldırmayı bir görev haline getirmişlerdir . Bütün bölücü yayınlarda Atatürk’ün faşistliği üzerine yazılar yayınlanmakta , Atatürk’ün izinden gitmeğe çalışan ulus devletçi Atatürkçüler de gerçeklere aykırı bir biçimde , insan hakları düşmanı ilan edilebilmektedirler .

Bölücülük ile yapılan değerlendirmelerin benzerlerini şeriatçılık için de yapmanın mümkün olduğu görülmektedir .Şeriatçılık dini cemaatlar aracılığı ile örgütlendiği için ,bu gibi dini gruplar ulusal toplumun bölünmesine ve giderek de parçalanmasına yol açmaktadırlar . Orta Doğu’nun Müslüman ülkelerinde ulusal toplum yerine dinsel toplum yapılanmaları bulunduğu için bunlar cemaatlar aracılığı parçalı yapılara sürüklenmişler , Şii-Sünni-Alevi –Nakşi-Nurcu gibi gruplaşmalar , ulus devletlerin toplumsal bütünlüğünü bozarak parçalanmalarına neden olmuştur . Irak,Suriye ve Libya’da yaşanan olaylar bu durumun açık bir kanıtı olarak tarihteki yerini almıştır . Arap ve Müslüman toplumlar da cemaatların bölücü örgütlenmeler olarak devreye girdikleri ve ülkelerinin üniter yapılarının dağıtılmasında emperyalizm tarafından kullanıldıkları ,çeşitli olaylar ile son yıllarda fazlasıyla kesinlik kazanmıştır . Tıpkı etnik bölücülük gibi dini cemaatlar da inanç ve kültürel kimlikler üzerinden bölücü işlevler yerine getirerek , ulus devletlerin toplumsal bütünlüklerinin ortadan kaldırılmasında bir araç olarak kullanılmışlardır . Cemaatlar dinsel gruplar olarak , hem toplumların parçalanarak bütünlüklerini yitirmelerine hem de laik devletlerini ortadan kaldırarak din devletlerine doğru gelişmelerin ortaya çıkmalarına yardımcı olarak çok ciddi olumsuz işlevler meydana getirebilmektedirler . Laikliğin ortadan kaldırılmak istenmesi aynı zamanda ulus devlete de son vereceği için ,cemaatçılar aynı zamanda ümmetçilik yaparak bir anlamda ulus öncesi döneme geçilmesi için çalışmaktadırlar .Küresel sermaye de ,dünya ülkelerini modernizmin kazanımlarından uzaklaştırarak postmodernizm adına dışarıdan kolayca yönetilebilecek yeni bir orta çağ toplumu oluşturmayı hedeflediği için dinci grupları ve cemaatları açıktan desteklemekte ,onlara para yardımı yaparak kendi eyalet devletlerini kurmalarını istemektedir . Emperyalizm bu aşamada yeni cemaatlar kurdurarak ve bunların kendi istihbarat örgütleriyle çalışmalarını sağlayarak ulus devletlerin altından ulusal toplumlarını kaydırmaktadır . Milli sınırları içerisinde cemaatların parçalayıcı tutumları yüzünden kendi ulusunu kaybetme aşamasına düşürülen ulus devletlerin varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün olamayacağı için ,tıpkı bölücülük gibi işin sonunda ulus devletlerin dağılması sözkonusu olacaktır . İşte bu yüzden , Türkiye’deki dini cemaatların çoğunluğu hem emperyalizm ile işbirliği yapmakta , hem de ulus devletlerin laik ve üniter yapılarının tasfiyesinde rol oynayarak bir anlamda Atatürk karşıtı bir eylem içine girmektedirler .Bu tür cemaatlar ellerine geçirdiklere sermaye ile hem gazete çıkarmakta hem de televizyon kurarak her gece ve her gün hem Atatürk’e hem de Atatürkçülüğe saldırarak kendilerinden beklenen ulus karşıtlığını eyleme dönüştürmektedirler . Ümmet isteyen cemaatlar millete karşı çıkarken , emperyalizmin eyalet devleti oluşturma oyununa alet olarak aynı zamanda bölücülük de yapmaktadırlar . En ciddi Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığının bu çevrelerden geldiği görülmektedir .

Türk ulus devletinin kurucu önderi olan Mustafa Kemal Atatürk ,hem kendi zamanında hem de sonrasında her zaman için düşman kampların ya da merkezlerin hedefinde olmuştur . Türkiye Cumhuriyetinin kurulu bulunduğu Misakı Milli topraklarında başka tür devlet kurmak isteyen ,etnik ya da dini gruplar ile beraber emperyal devletler de Türkiye Cumhuriyeti devletini ortadan kaldırabilme doğrultusunda hem Atatürk hem de Atatürkçülük düşmanlığı yapabilmektedirler . Bu gibi kesimler, emperyal devletlerden gelen para destekleriyle Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığını siyasal alanda örgütleyebilmekte ,devleti kuran Atatürk’ün partisinin dışarıdan gönderilen partili olmayan işbirlikçi kadrolar tarafından işgal edilmelerini sağlayabilmekte ,Atatürkçülük adına kendi çıkarlarını savunan uydurma politikaları ,sahte Atatürkçülük olarak toplum ve siyaset içerisinde pazarlayabilmektedirler . Merkezi coğrafya da kendi çıkarlarını empoze eden bütün emperyal devletler ,Türkiye’yi kendi oyunlarına alet edebilme doğrultusunda Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığını çekinmeden saldırılar ile örgütleyebilmektedirler . Merkezi coğrafyadaki etnik ve dini devlet kurma projeleri ile birlikte bölgesel emperyal planları olan devletlerin de hem Atatürk hem de Atatürkçülük düşmanlığı yaptıkları yıllardır görülmektedir . Türk halkı artık bu tür siyasal senaryolar ve filmlerden bıktığı için düşmanca politikalardan ya da tehditlerden eskisi gibi etkilenmemekte ve geleceğe dönük bir biçimde daha özgür ve barışçı bir yol aramaktadır .

Atatürkçülük, Kemalizm olarak bir düşünce akımı biçiminde ele alındığında ,Atatürk’e saldıran kesimlerin aynı zamanda Atatürkçülük karşıtlığını da bilinçli bir biçimde gündeme getirdikleri görülmektedir .Felsefeler ya da ideolojiler çatışmasında Atatürkçülük ,Kemalizm olarak hedefe konmuş durumdadır . Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlarının aynı zamanda düşünsel boyutta Kemalizm’e de karşıt çizgide düşünce sistemleri geliştirmeğe çaba göstermektedirler . Düşünce dünyasında yer alan genel ideolojiler ya da felsefeler ,ulusal birikimlerin sonucu olan düşünce sistemlerini dışladıkları ölçüde Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığının kullandığı malzemeler konumuna gelmektedirler . Felsefenin soyut yapısında , Atatürk ve Atatürkçülük gibi bir sosyal ve siyasal gerçekliğin ele alınması ya da değerlendirilmesinin bilimsel olabilmesi için her türlü koşullanmanın ötesinde hareket ederek var olan gerçek durum analizlerinin objektif koşullarda yapılabilmesi gerekmektedir . Atatürk tarihsel olayların sahneye çıkardığı bir önder olarak , Türklerin ulus devletini kurarken gerçekçi bir biçimde davranmış ve kendi döneminin koşullarında en yararlı sonuç olarak tam bağımsız bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyetini kurabilmiştir . Tarihsel gelişmelerin siyaset sahnesine çıkardığı bir ulusal önder olarak Atatürk siyasal insiyatif sahibi olduğu çeyrek yüzyıla yakın zaman dilimi içinde o dönemin koşullarına göre hareket ederek en gerçekçi sonuçlara ulaşabilmiştir .Bunun ötesinde çeşitli ideolojiler ve siyasetler açısından getirilebilecek eleştiriler insaflı olmak durumundadırlar . Bugünün koşullarında Atatürk döneminin olayları değerlendirilirken daha dikkatle hareket etmek ve gerçekci değerlendirmeler ile Atatürk’ü bir yere oturtmak gerekmektedir . O dönemin koşullarını bilimsel açıdan tahlil etmeden Atatürk’e saldırmak , ya da onun Türkiye’nin özel koşullarını dikkate alarak ortaya koyduğu Atatürk ilkelerini küçümseyerek eleştirmek çocuksu bir davranış olarak görünmektedir .

Atatürk ve Atatürkçülük , Türklerin tarihinin en büyük dönüşüm noktasında ortaya çıkan tarihsel olgulardır . Çöken imparatorluğun küllerinden çağdaş bir ulus devlet ve laik bir cumhuriyet rejimi çıkartabilmek her baba yiğitin yapabileceği iş değildir .Ulusal kurtuluşu başardıktan sonra kurulan devletin de başına geçen kurucu önder sayesinde bugün Türkiye cumhuriyeti ,dünyanın orta yerinde güçlü bir devlet olarak yoluna devam edebilmektedir . Bu durumu kendi çıkarlarının bozulması yüzünden istemeyenler , Türkiye’yi küçümseyenler , Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu yüzünden siyasal hesapları ya da planları bozulanlar eskiden olduğu gibi Atatürk’e ve Atatürkçülüğe saldırmaya devam edecekler ve her fırsatta kurucu öndere çamur atmaktan geri kalmayacaklardır . Ne var ki , şimdiye kadar sürdürülen bu çamur atma ve saldırma operasyonları ile emperyal güçler ve onların yerli işbirlikçileri istedikleri sonuçları alamamışlardır . Bir anlamda onlar bağırmaya ve çağırmaya devam etmişler ama Türkiye Cumhuriyeti gemisi kararlı bir biçimde hem çağdaş uygarlık hem de dünya barışı yolunda ilerlemeyi sürdürmüştür . Kervan yürürken , birilerinin çıkar hesapları ile bağırıp çağırması hiçbir sonuç vermemekte ,aksine Türk ulusu kurucu önderine daha yürekten sarılarak ulus devletin ve çağdaş cumhuriyetin çatısı altında geleceğe doğru emin adımlar ile yürüyerek ilerlemektedir .Türkiye bu aşamadan sonra , gerçek anlamda emperyalizm merkezli tehdit analizleri ve güvenlik belgeleri ile her türlü saldırı ve tehdide karşı koyabilecektir . Atatürk Cumhuriyeti böylece ilelebet payidar kalabilecektir .

17 Ağustos 2018 Cuma

ANKARA KALESİ, NO: 117 "TÜRKİYE’NİN KURUCU BABASI ATATÜRK" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (13 Kasım 2011, Ankara) - Küresel sermaye , New York merkezli bir yapılanma ile ABD’yi dünya devletine doğru zorlarken , batı kapitalizminin Türkiye’deki iş ortağı olan bazı patronlar da İstanbul’u bir uluslar arası ticaret merkezi haline getirerek dünya devleti oluşumuna ortak olmağa çalışmaktadırlar .

ANKARA KALESİ, NO: 117
TÜRKİYE’NİN KURUCU BABASI ATATÜRK
Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN
13 Kasım 2011, Ankara
Dünyayı yönetmeğe pek hevesli olan Amerikalılar ,her nedense kendi çıkarlarını bütün dünya ülkelerine dışarıdan zorla dayatırken , tıpkı İngilizler gibi gelenek ve göreneklerine sahip çıkan ve geleceğe dönük olarak sürüp giden yaşam süreci içerisinde her türlü değişime rağmen , geleneklerinden kopmayan bir yapıyı günümüze kadar istikrarlı bir biçimde korumuşlardır .Bütün dünyayı Büyük Britanya İmparatorluğu adı altında yüzlerce yıl yönetmiş olan İngilizler ,aradan geçen asırlar boyunca gelenek ve göreneklerine dayanarak ayakta kalmışlar,ve böylece yazılı bir anayasa sorunu ile hiçbir zaman karşılaşmadan bugüne kadar ülke ve devlet yapılarını koruyabilmişlerdir .İngilizlerin yaratması olan Amerikan devleti ise , Anglo-Sakson geleneğinin ikinci ülkesi olarak dünya sahnesine çıkarak , Büyük Britanya İmparatorluğundan sonra dünya sahnesinin egemen gücü konumuna gelmiştir .On beşinci yüzyıldan sonra İngilizler dünya denizleri üzerinden anakaralara ulaşınca , kıtalar üzerinde diğer batı Avrupa ülkeleri ile beraber kıtaları sömürgeleştirme eylemine kalkışmıştır . Orta çağ sonrasında gündeme gelen dünyaya yayılma süreci içerisinde İngilizler en büyük sömürgelerini Kuzey Amerika kıtasında oluşturmuşlardır .On sekizinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde Kuzey Amerika’daki on iki küçük devlet bir araya gelerek ,İngiliz yönetimine isyan etmiş ve Amerika Birleşik Devletlerini kurarak ,ilk anti emperyalist bağımsızlık savaşının öncüsü olmuştur . İngilizlerin yarattığı bu küçük sömürge devletçiklerinin daha sonra bir araya gelerek bağımsızlığa yönelmeleri , Amerikan tarihini bir bağımsızlık ve özgürlük çizgisine yönlendirmiştir .

İngilizlere karşı Amerikan bağımsızlık savaşını vererek , on iki küçük devleti büyük bir birleşik devlete dönüştürerek ,bugünkü Amerika Birleşik Devletlerini kuran George Washington ,Benjamin Franklin ve benzeri siyaset adamlarına Amerikalılar “Founding fathers “ kavramı doğrultusunda kurucu babalar adını vermişlerdir . İngilizler gibi devlet ve dünya yönetimine çok meraklı olan Amerikalıların , bugünkü süper devlet olan Amerika Birleşik Devletlerinin kurucularına “Kurucu babalar “ adını vererek bunları sosyal ve siyasal yaşamın en saygın konumuna getirmeleri ve şu an sahip oldukları devlet düzeninin öncüsü olan bu büyük siyasetçileri “Baba” “yerine koyarak kurucu babaların evlatları olarak ,babalarına bağlılık göstermeleri ,bütün dünya ülkeleri açısından üzerinde durulacak bir konudur . Böylece sürekli bir değişim süreci içerisinde uzayıp giden yaşam koridorunda varlıklarını koruyabilmek üzere ,ilk başlangıç noktası olan kurucu babaların bıraktığı siyasal mirasa sahip çıkarak , geçmişten gelen kimliklerini ve yapılarını koruyabilme şansını elde etmişlerdir . Bugünün dünyasında hem geçmişin patronu İngiltere hem de bugünün süper gücü Amerika Birleşik Devletleri , Anglo-Sakson karakterinin en büyük özelliği olan çıkış noktasındaki kimliği ve kurucuların ortaya koymuş oldukları siyasal yapıyı kararlı ve inatçı bir doğrultuda koruyarak , geleceğin dünyasının biçimlenmesinde gene eskisi gibi öncülük yapabilmektedirler . Bu iki büyük devletin , her türlü güçlüğün üzerinden gelerek başarılı bir siyasal çizgi izlemesinde ,kurucu babaların temsil ettiği kurucu iradenin ortaya koymuş olduğu kimlik ve siyasal yapılarına tam olarak sahip çıkmalarının önemli bir payı olduğu anlaşılmaktadır . Nitekim aynı doğrultuyu en son seçilen ABD başkanı Obama da izleyerek ,bugünün Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu babalarına hem saygılı hem de bağlı kalacağını açıkca ifade etmiştir .

Bugünkü ABD cumhurbaşkanı Barack Obama , başkanlık seçimlerini kazandıktan sonra görevi teslim alması ile ilgili olarak yapılan resmi törende ,Amerikan halkına ilk başkanlık konuşmasını yaparken , kendisi zamanında Amerika Birleşik Devletlerinin , kurucusu olan siyasal önderlerin yolundan gideceğini ,bir anlamda Amerikan devletinin kurucu babalarına sadık kalacaklarını resmen dile getirmiştir . Amerikan devletinin çatısı altında , dünyanın en önemli Hukuk Fakültelerinden birisi olan Harward Hukuk Fakültesini bitiren ve daha sonraki aşamada bu kurumun bilimsel dergisini çıkaran ,bugünkü ABD başkanı , kendi ülkesinin en üst düzeydeki hukukçusu olarak cumhurbaşkanlığı görevine başlarken ,yemin töreni sırasında kurucu babalara bağlı kalınacağı sözünü vermesi son derece önemli bir açıklamadır .Yirmi birinci yüzyılın koşullarında Amerika Birleşik Devletleri farklı noktalara doğru çekilmek istenirken , New York kentinde üslenmiş olan küresel sermaye güçleri ABD üzerinden bir dünya devleti oluşturmağa kalkışınca , Amerika Birleşik Devletleri kendi siyasetini uygulayamaz bir noktaya sürüklenmiş ve küresel sermaye çetelerinin çıkarları doğrultusunda ,Irak ve Afganistan gibi geri kalmış doğu ülkelerine saldırmak ve savaşmak zorunda kalmıştır . Dünya sermayesinin büyük çoğunluğunun siyonist lobilerin elinde olması nedeniyle ABD ,İsrail yüzünden Orta Doğu’ya kilitlenerek sürükle savaşmak zorunda kalmış ve bu yüzden ,Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu babalarının Amerikan halkına göstermiş olduğu bağımsızlık ve özgürlük yolundan sapmıştır .Neo-konservatif görünümlü Siyonist çeteler ABD yönetiminde etkili oldukça hem küresel sermayenin dünya imparatorluğu hem de , Siyonistlerin Büyük İsrail projeleri doğrultusunda Amerikan devleti yeryüzü saldırganlığına yönlendirilerek bir küresel faşizmin uygulayıcısı durumuna düşürülmüştür . Özgürlük ve bağımsızlığına çok düşkün olan Amerikan halkı , ABD üzerinden dünya devletlerinin özgürlüklerinin ve bağımsızlıklarının elinden alınmasına karşı çıkarak toplumsal hareketler aracılığı tepki göstermişlerdir .

Baba ve oğul Bush’lar döneminde küresel emperyalizmin en azgın saldırganlıklarının Amerikan devleti ve ordusu aracılığı ile yapılması , bugünün süper gücü olan ABD’yi bütün dünya halkları ve devletleri ile karşı karşıya getirmiştir .İsrail’in korunması ,petrol kuyularına el konması ve merkezi coğrafyada meydana gelen otorite boşluğu alanının doldurularak diğer emperyal güçlerin önünün kesilmesi doğrultusunda Amerikan politikası Orta Doğu’ya kilitlenince ABD Latin Amerika ,Avrupa ve Afrika gibi kıtalar üzerindeki etkisini yitirmiş ve dolayısıyla Orta Doğu savaşları üzerinden Asya kıtasına yönelik bir savaş sürecine teslim olmuştur .Bu yüzden trilyonlarca dolar borç yükü altına giren Amerikan devleti ,küresel sermayenin ve kapitalizmin patronları olan Siyonist çetelerin oyuncağı olmaktan kurtulmağa yönelmiştir . İşte bu aşamada Amerikan devlet başkanlığına seçilen Barack Obama , batı kapitalist sistemi tarafından yönü saptırılan Amerikan devletinin yeniden eski yörüngesine oturacağını ve dolayısıyla kurucu babalarına sadık kalarak gene eskisi gibi onların özgürlük ve bağımsız yolundan yürüyeceğini Amerikan ulusu karşısında yemin ederken söylemiştir . Soğuk savaş sonrasında gündeme gelen küreselleşme sürecinde , ABD’nin sevimsiz bir canavara dönüşmesi ve yeryüzü saldırganı konumunda dünya ülkelerine karşı haksız saldırı savaşları açması bütün insanlık alemi tarafından lanetlenecek bir noktaya gelmiştir . İşte Obama ,siyah renkli ilk Amerikan başkanı olarak ABD emperyalizmi tarafından Siyonist komplolar ile ezilen mazlum uluslara ve insanlık alemine ABD’yi yeniden kurucu babalarının yoluna çekeceğine dair söz vermiştir .Bir Amerikan cumhurbaşkanının durduk yerde böyle bir açıklama yapması pek görülen bir olay olmamıştır . Ne var ki , Bush döneminde giderek azan saldırganlık ABD’yi bir küresel faşist konumuna düşürünce , emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını vermiş olan ABD’nin kurucu babalarının özgürlükçü yoluna geri dönüş,bir devlet politikası olarak yeni işbaşına gelen cumhurbaşkanı tarafından hatırlatılmıştır .Küresel sermayenin patronu konumundaki para babalarının kontrolu altına giren Amerikan devletinin kurucu babaların yolundan çıkartıldığı anlaşılmıştır .

Amerikan cumhurbaşkanı Obama , bütün dünya ülkelerinin küresel sermayenin ABD üzerinden tezgahladığı hegemonyaya karşı çıkarak yeniden kurucu babaların özgürlük ve bağımsızlık yoluna dönüleceğini açıklaması ,küreselleşme sürecinde bir dönüm noktası olmuş ve Amerikan devletinin içinde örgütlenmiş olan bir Siyonist çete olarak Neo-konservatifler devre dışı bırakılmışlardır . Para babaları kendi çıkarları için sahibi oldukları tekelci şirketler ile bütün dünyayı babalarının çiftliğine dönüştürürlerken ,Amerikan yönetimindeki Neo-konservatif yapı , ülkeyi devletin kurucuları olan kurucu babaların yolundan çıkartmış ve saptırmıştır . Özgürlük ve bağımsızlık için bir kurtuluş savaşı vererek sömürgelikten kurtulan Amerika Birleşik Devletleri , daha sonraki aşamada bütün sömürge ülkeler için özgürlüğün ve bağımsızlığın simgesi haline gelirken ,bugün Neo-konservatif Siyonistlerin baskılarıyla tamamen tersi bir duruma sürüklenerek , bir anlamda küresel leviathan görünümünde ,halkları ezen ,insanları yok eden ,devletleri yıkan ,dünyanın bütün zenginliklerini bir avuç tekelci şirkete peşkeş çeken saldırgan bir canavar durumuna gelmiştir . İşte Amerikan başkanı Obama böylesine olumsuz bir imajı silebilmek için , Amerikan devletinin yeniden kurucu babalarının yoluna döneceğini ve onların özgürlük ile bağımsızlık yolunda kararlı bir biçimde yürüyeceğini kendi halkının önünde başkanlık yemini ederken söylemiştir . Gizli ve yer altı çalışan örgüt ve çetelerin ABD gibi bir büyük devleti para babalarının emperyalist yoluna çekmeleri yüzünden Amerikan devleti kurucu babaların özgürlükçü yolundan sapmıştı .Bozulan dengeleri , bir hukukçu başkan olarak Obama yeniden tesis ederken ,kurucu babaların özgürlükçü ve bağımsızlıkçı yoluna kesin olarak dönüleceğini hem kendi halkına hem de dünya uluslarına bir söz olarak vermiştir . Obama’nın ilk dönemi dolarken , Bush döneminden kalma para babaları çeteleri ile karşı karşıya geldiği ve bu yüzden bir ekonomik kriz tehlikesi ile mücadele etmek zorunda kaldığı görülmektedir . Para babalarının empoze ettiği yanlış yoldan çıkarak , kurucu babaların doğru yoluna yönelme şansını Amerikan devleti Obama yönetimi sırasında yakalayabilmiştir . Ne var ki , para babalarının çeteleri ile kurucu babaların evlatları arasındaki çekişme bugünün koşullarında da gene sürüp gitmekte ve dünya politikalarını doğrudan doğruya etkilemektedir .

Amerikan devletinin kurucu babası George Washington ise , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu babası da Mustafa Kemal Atatürk’tür . Amerikan devletinin ve ulusunun doğru yolu ve siyaseti bulma doğrultusunda ne kadar kurucu babalara ihtiyacı varsa Türkiye’nin de vardır ,çünkü her devleti birileri kurmuştur ve bu kurucular kurdukları devlet ile ülkeye kurucu babalık yapmışlardır . Dünya haritasında yer alan iki yüz civarındaki bağımsız devletin hiç birisi kendiliğinden ortaya çıkmamıştır . Her devlet dünya tarihinin belirli bir aşamasında ortaya çıkan olayların ya da siyasal gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmıştır . Bu yeni devletleri de ya olayların içinden çıkan kahramanlar ya da siyasal liderler önderlik yaparak oluşturmuşlardır . Her devletin kuruluş tarihinde kurucu babalığa soyunan ya da bütünüyle bir devletin kuruluşunun sorumluluğunu üzerine alan siyasal önderler tarih sahnesine çıkmıştır . İşte Atatürk’de böylesine bir siyasal lider olarak Türk ulusunun kurtuluş savaşına ve zaferden sonra da bağımsız bir Türk devletinin kuruluşuna kurucu babalık yapmıştır . Tarihsel ve siyasal açılardan olduğu kadar özgür bir hukuk düzeninin oluşumu açısından da ,Mustafa Kemal Atatürk Türk devletinin ve ulusunun kurucu babasıdır . Bu gerçeği hiçbir Türk’ün inkar etmesi mümkün olmadığı gibi , Türkiye’yi yöneten bütün hükümetlerinde bir hukuk devleti yapılanması çerçevesinde kabül etmesi gerekmektedir ,çünkü Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışı ve kuruluşu sırasında kurucu önder ve kurucu baba konumundaki başkan Mustafa Kemal Atatürk’tür . Bu çerçevede , Türk devleti ile Atatürk arasında kopmaz bir hukuki ve siyasi bağ vardır . Atatürk’ün bu yönü ile söylediği her söz ve yaptığı her iş,gerçekleştirmek istediği her eylem ya da plan doğrudan doğruya kurucu irade kaynaklı Türkiye Cumhuriyetini hem etkiler hem de geleceğe dönük bağlar . Bütün babaların evlatlarına vasiyet bırakması gibi ,Atatürk’ten geri kalan bütün sözler,düşünceler ve hedefler Türkiye Cumhuriyetini olduğu kadar ,bu devletin vatandaşı olan Türk ulusunun fertlerini de etkiler .

Küresel sermaye , New York merkezli bir yapılanma ile ABD’yi dünya devletine doğru zorlarken , batı kapitalizminin Türkiye’deki iş ortağı olan bazı patronlar da İstanbul’u bir uluslar arası ticaret merkezi haline getirerek dünya devleti oluşumuna ortak olmağa çalışmaktadırlar . New York merkezli dünya devleti oluşumu nasıl Amerikan ulus devleti yapılanmasını bozuyorsa , İstanbul merkezli uluslar arası ticaret yapılanması da Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti yapılanmasını bozmaktadır . New York para babalarının merkezi olarak ABD kurucu babalarının Washington merkezine karşı çıkartılırken ,benzeri bir durum olarak Türkiye’deki para babaları da İstanbul’da merkezileşerek ve bu kenti yeni ticaret merkezi olarak ,kurucu baba Atatürk’ün kurduğu başkent Ankara’ya karşı bir güç merkezi olarak öne çıkartmaktadırlar . Böylece ABD ‘de para babaları New York’u kurucu babaların Washington’una karşı çıkartırken , Türkiye’de de para babaları İstanbul’u kurucu baba Atatürk’ün Ankara’sına karşı öne çıkartmaktadırlar . Bir anlamda para babaları kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir dünya düzeni kurmak isterlerken , kurucu babalardan bir miras olarak gelen eski siyasal düzenleri bütünüyle değiştirmek istemektedirler . Amerika’da kapitalist kesimler para babalarına teslim olarak kurucu babaların yolundan ayrılırlarken ,Amerikan devletinin küresel sermaye emperyalizmine alet olmalarına yol açmışlardır . Obama şimdi bu tehlikeli durumu düzeltmeğe çalışırken , devlet gemisinin dümenini para babalarından kurucu babalara doğru çevirmektedir . Türkiye’de de , küresel emperyalizmin boyunduruğu altında benzer bir süreç yerli ve yabancı para babaları ortaklığı ile gerçekleştirilmeğe çalışılırken kurucu baba olarak Atatürk’ün hedef seçildiği ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin kurucu babasına karşı bütün mandacı ,işbirlikçi ve şeriatçı kesimlerin saldırılarını artırdıkları görülmektedir . Türkiye’de batı emperyalizminin ortağı ve işbirlikçisi konumunda bulunan yerli para babaları ,hem medyayı ele geçirerek hem de siyaseti finanse ederek ve kendi işbirlikçi kadro ve çetelerini ülke siyasetinde ön plana çıkartarak , Türkiye’nin kurucu babası olan Atatürk’ün modelinden ve çizgisinden saptırılması için her yolu denemiştir . Soğuk savaşın son yıllarında başlayan hazırlıklar ,küreselleşme dönemi ile öne çıkartılmış ve her geçen gün , küresel kapitalizmin dayatmaları çok büyük ödünler karşılığında zorla kabül ettirilmiştir .

ABD ‘yi emperyalizm ve Siyonizmin çıkarları doğrultusunda sürekli savaşa mahkum eden para babaları , bu büyük devleti savaş makinasına çevirirlerken kurucu baba Washington’dan gelen özgürlük ve bağımsızlık tutkularını bir yana attırıyorlardı . Özgürlük ve bağımsızlığı kendi karakteri olarak açıklayan Türkiye’nin kurucu babası Mustafa Kemal , tıpkı Amerika Birleşik Devletlerinin İngiliz emperyalizmine karşı verdiği ulusal kurtuluş savaşı gibi , Britanya İmparatorluğunun işgal ordularına karşı büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek , tıpkı Amerikalılar gibi Türk ulusunu özgürlüğe Türk devletini de bağımsızlığa kavuşturuyordu . Amerikan devletini kurucu babaların rayından kaydıran para babalarının yerli ortakları aynı durumu Türkiye’de yaratmak üzere hareke geçtiklerinde karşılarında ,kurucu babaları olan Atatürk’e bağlı bir Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti görmüşlerdir .Bu yüzden ,son çeyrek yüzyıldır para babalarının kurucu baba Atatürk’ü hem siyaset sahnesinden hem de tarih sahnesinden silebilmek üzere çeşitli komplolara ve siyasal senaryolara yöneldikleri görülmektedir . Türkiye devletinin destekleri ile cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan en büyük patron olarak Vehbi Koç zamanında Türkiye’deki para babaları ,kurucu baba olan Atatürk’e bağlı kalırlarken , soğuk savaş sonrası dönemde ve özellikle küreselleşme aşamasında yerli para babalarının kurucu baba Atatürk’ten uzaklaşarak uluslar arası para babalarına yanaştıkları ve onlar ile kurdukları iş ortaklıkları üzerinden ekonomik alanı , Türk devletinin dışına çıkararak yeni bir işbirlikçi sömürü düzeni oluşturmayı hedefledikleri anlaşılmaktadır . İşte bu aşamada ,kurucu babaları olan Atatürk’e sıkı bağlar ile bağlı olan Türk ulusu ile , yabancı tekelci şirketlerin yerli ortakları konumundaki para babaları karşı karşıya gelmiştir . Bu karşı karşıya kalma ülkede gerginliği fazlasıyla artırınca ,devreye yeni bir siyasal silah olarak din sokulmuş ve Türk toplumunun tabanında siyasal islamın öne çıkartılmasıyla ,Türk ulusunun emperyalizme karşı bağımsızlık ve özgürlük direnişi dini cemaatlar üzerinden kırılmak istenmiştir . Küresel emperyalizmin patronu konumundaki Siyonist çetelerin merkezi olan İsrail’den özür dilenmesi gerektiğini ifade eden bazı dini cemaat önderleri de ,izledikleri işbirlikçi yol ile Türk devletinin kurucu babasından koparak para babalarının baskısı altına girmesine yardımcı olmuştur . Bugünün koşullarında Türkiye’nin en büyük problemi olarak ortaya çıkan bu durum yaşanmakta olan bir çok gerginliğin ana nedeni olarak görülebilir .

Yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti anayasasına göre , anayasanın değişmez maddeleri doğrultusunda Türkiye devleti halen kağıt üzerinde kurucu baba olan Atatürk’ün izinden gitmektedir . Kurucu iradeyi temsil eden kurucu baba Atatürk tarafından bizzat belirlenen Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkeleri anayasanın değişmez maddelerini oluşturduğu için Türk devleti bugün hukuken kurucu baba Atatürk’ün yolundadır . Ne var ki , kağıt üzerinde hukuken böyle görünen durum gerçek yaşamda tamamen tersidir ,çünkü ekonomi küresel emperyalizmin baskıları sonucunda devletin elinden alınarak para babalarının hegemonyasına teslim edilmiştir . Kurucu baba Atatürk’ün söylediği gibi askeri zaferler ekonomik zaferler ile tamamlanmadıkça hiçbir anlam ifade etmemektedir . Türk devleti özelleştirmeler yolu ile ekonomisini uluslar arası para babalarının düzeni olan küresel kapitalist düzene teslim ettiği için , iç ve dış zorlamalar sonucunda kurucu baba Atatürk’ün tam bağımsızlık idealinden uzaklaştırılmıştır . Böylesine bir olumsuz sonucun elde edilmesinde içine girilen askeri sistem ve Atlantik kıyılarında yetişmiş olan siyasal kadroların son derece etkili rolü olmuştur . Kurucu babaların eseri olan ulus devletler ile para babalarının aygıtları olan küresel şirketler karşı karşıya gelince ,zenginliği seven siyaset ve medya kadroları işbirlikçi ve mandacı çizgide devreye sokularak , hem ABD’yi hem de Türkiye gibi bütün ulus devletleri kurucu babalarının özgürlükçü ve bağımsızlıkçı yollarından çıkararak , para babalarının baskı ve zulmüne dayanan ,gerekirse Amerikan ordusunu saldırgan ve işgalci bir güç olarak kullanmaktan çekinmeyen yeni bir emperyalist düzen oluşturulmağa çalışılmaktadır . Böylesine bir süreç içerisinde Yugoslavya ya da Çekoslovakya gibi zayıf ulus devletlerin dağılma ve parçalanma aşamasına geldikleri görülmekte ,güçlü ya da büyük ulus devletler arasında kendi bölgesel hegemonya düzenlerini oluşturma yarışı giderek tırmanarak yeni savaşlara yol açmaktadır . Ekonomisinin üçte ikisi yabancı kontroluna giren Türkiye hala ulusal kurtuluş savaşından gelen azim ve dirençle ayakta kalma mücadelesi vermekte ve böylece kurucu babası ile olan yakın bağını muhafaza etmektedir .

Para babalarının dayatmış olduğu yeni siyasal düzende serbest piyasa ekonomisi her şeye egemon olacak ve patronlar dünyanın tüm nimetlerine el koyarak doymak bilmeyen bir çizgide geçmişten gelen sömürülerini katlayarak artıracaklardır .Küreselleşmenin ilk on yılında istedikleri düzeni kuramayan para babaları ,yirmi birinci yüzyılın ilk yılında çok büyük bir terör olayını bizzat ABD’de örgütleyerek hem Amerikan ulusunun hm de dünya halklarının korkutulmasını sağlamak istemişlerdir . Onbir Eylül olaylarının şaşkınlığı devam derken , dünyanın merkezi bölgelerine saldırılar düzenlenerek ABD ordusunun öncülüğünde mazlum ulusların yoksul ülkelerini işgal yoluna gitmişlerdir .Irak,Afganistan gibi ülkelerden sonra şimdi de benzeri bir saldırı ve işgal planını Libya üzerinde uygulayarak ,çok uluslu petrol şirketlerinin çıkarlarını mazlum Libya halkına dayatmışlardır . Haksız saldırı ve işgaller birbiri ardı sıra ,küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda bütün dünya ülkelerine zorlanırken , ülkelerinin başında o ülke halkının babası konumundaki antiemperyalist yöneticilerin hedef alındıkları ve halk kitlelerini korkutmak üzere bunların saldırılar sonucunda öldürüldükleri görülmektedir . ABD gibi emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını vererek kurucu babaları aracılığı ile bir özgürlük ve bağımsızlık düzenine kavuşma şansını elde eden bir büyük devletin , iki yüz yıl sonra tarih sahnesine çıkışının tamamen tersi bir görüntüde bu kez yeni emperyal güç olarak bütün dünyaya saldırması ve insanlığın başına bela olarak her türlü özgürlüğü ve bağımsızlığı ortadan kaldırması , çağdaş uygarlık düzeyinin bugün gelinen aşamasında dünya kamuoyu açısından hiçbir biçimde kabül edilemiyecek son derece olumsuz bir durumdur . Libya’nın sokak çatışmalarında yabancı gizli servisler aracılığı ile öldürülen eski devlet başkanı “Ben sizin babanızım,emperyalistlere alet olmayın “diyerek petrol şirketlerinin patronlarını suçlamıştır . Çok büyük petrol gelirini kendi halkına ve Afrika ülkelerine koruyucu bir baba gibi yardım olarak dağıtan Libya liderinin bu tutumunu para babaları oyunbozanlık olarak gördükleri için ,bütün petrol gelirlerine el koyabilmek üzere askeri saldırı ve işgali düzenlemişlerdir . Kendi halkına koryucu babalık yapan devlet adamlarına tahammülü olmayan para babaları , halkların içerisinden kendi toplumuna babalık yapan siyasi liderlerin öne çıkmasını önlemeğe çalışmışlar ve böylece babalık yapma hakkını kendi tekellerinde koruyabilmenin çabası içinde olmuşlardır .

Para babalarının bütün dünyayı ele geçirmeğe çalıştığı bu aşamada , ABD başkanının yeniden kurucu babalara dönülmesi gerektiğini vurgulaması dünya politikası açısından son derece önemli bir çıkıştır .ABD başkanını uğraştıran para babaları Türkiye gibi dünya ülkelerini de küresel emperyalizm batağına sürükleyebilme doğrultusunda ,yeni bir dünya düzeni ve yeni bir anayasayı da dayatmaktadırlar . Avrupa Birliği sürecinde yüzden fazla maddesi değişen Türk anayasasının yenilenmiş halini beğenmeyen para babaları , Türkiye’nin kurucu babası Atatürk’ün kurmuş olduğu ulusal,üniter ve merkezi cumhuriyet devleti modelini de ortadan kaldırmak istemektedirler . Bu doğrultuda sürekli olarak yeni anayasa konusunu istismar ederek ,bütünüyle yepyeni bir aayasayı Türkiye’ye benimsetmeğe çalışmaktadırlar . Milyonlarca dolara satın alınan bilim adamı görünümlü işbirlikçiler hazırladıkları emperyalizmin merkezlerine giderek destek almağa çalışmakta ve dış güdüm doğrultusunda Türkiye’yi para babalarının çizgisine çekmeğe çalışmaktadırlar . Bütün bu girişimlerinde karşılarına en büyük engel olarak Türkiye’nin kurucu babası Atatürk çıkmakta ve bu nedenle de Atatürk’e karşı saldırıları artırmaktadırlar . Yıkılan ve dağılan bir imparatorluk sonrasında Türk ulusunun kendi devletini kurmasını ve bağımsız bir devlet olarak geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşmasını sağlayan Türkiye Cumhuriyetinin kurucu babası Atatürk ,bugün bütün para babalarının tarih sahnesinden silmeğe çalıştığı bir önderdir . Türklere tıpkı George Washington gibi antiemperyalist bir savaşı başararak tam bağımsız bir ulus devleti kazandıran ,ve bu devletin çatısı altında özgürlükçü bir cumhuriyet rejimini kuran , Türkiye’nin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk ,bugüne kadar Türklere ve Türk dünyasına yol gösterdiği gibi , gelecekte de gene yol göstermeğe devam edecektir . Şimdiye kadar Türkleri kurucu babaları olan Atatürk’ten uzaklaştıramayan para babaları ve onların emperyal güçleri , bu haksız mücadelelerinde şimdiye kadar başarısız kaldıkları gibi gelecekte de sonuç alamıyacaklardır , çünkü Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır . Türkiye’nin kurucu babası Atatürk önümüzdeki dönemde hem bütün Türk dünyasına hem de tüm ezilen doğu uluslarına yön göstermeğe devam edecektir . Atatürk’ün yolundan gidecek olan Türkiye Cumhuriyeti gelecekte bütün Avrasya kıtasının bağımsız yapılanmasına öncülük ederek daha adil bir yeni dünya düzeninin oluşumuna en büyük katkıda bulunacaktır .Bir IO Kasım yıldönümü nedeniyle Atatürk’e ve George Washington’a saygılarımızı sunarken , sömürü hırsı doymayan para babalarına da kaygılarımızı iletiyoruz .Amerikancı geçinen okumuş toplum kesimlerinin , ABD devlet başkanı Obama’nın ,kurucu babasına saygısından ders almaları gerektiği artık iyice ortaya çıkmıştır . Onlar ,kurucu babaları Washington’a sadık ve bağlı kalıyorlarsa , Türk ulusunun da kurucu babası Atatürk’e sadık ve bağlı kalma hakkı vardır . Bu hakkı hiç kimse Türk ulusunun elinden alamaz .Türkler kendilerine bağımsız bir devlet ve özgürce yaşama düzeni armağan eden kurucu babaları Atatürk’e bağlı kalmağa devam edeceklerdir . Amerikalıların kurucu babalarına yapmadıkları ihaneti kimse Türklerden bekleyemez .

13 Ağustos 2018 Pazartesi

ANKARA KALESİ "REFERANDUM SÜRECİ" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (08 Ağustos 2017-Anayurt Gazetesi, Ankara) Bugünün konjonktüründe bir anayasa referandumuna gidilmesi Türkiye’nin gerçek gündemi değildir . Küreselleşme süreci ile birlikte terör ve sıcak savaş gelişmelerinin birbirini izlediği bir aşamada Türkiye’nin daha güvenliğe önem veren bir yol izlemesi gerekirken, beraberinde yeni bazı sıcak tartışmaları ortaya çıkaran ve yirmiye yakın yeni düzenleme ile anayasal düzeyde bir referandum uygulaması, Türkiye’nin hem bölgenin hem de kendisinin gerçek gündeminin dışına çıkmasına neden olmuştur.


ANKARA KALESİ
REFERANDUM 
SÜRECİ
Prof. Dr. ANIL Ç E Ç E N
08 Ağustos 2017-Anayurt Gazetesi, Ankara
S-1-Bugünün koşullarında   referanduma  gidilmesini nasıl karşılıyorsunuz  ?
C-I- Bugünün konjonktüründe  bir anayasa referandumuna gidilmesi  Türkiye’nin gerçek gündemi değildir . Küreselleşme süreci ile birlikte terör ve sıcak savaş gelişmelerinin birbirini izlediği bir aşamada  Türkiye’nin daha güvenliğe önem veren bir yol izlemesi gerekirken, beraberinde  yeni bazı sıcak tartışmaları  ortaya çıkaran  ve yirmiye yakın yeni düzenleme ile  anayasal düzeyde bir referandum uygulaması, Türkiye’nin hem bölgenin hem de kendisinin gerçek gündeminin dışına çıkmasına  neden olmuştur. Bu yönü ile kafası karışan Türk halkının çekingen davrandığı  ve  referandum ile birlikte eskisinden çok farklı bir devlet yapılanması ile karşılaşmaktan  kaçındığı göze çarpmaktadır . Türk halkı bu açıdan iyi düşünmek durumundadır .
S-2-Referandum ile anayasa değişikliğine gitmenin zamanı geldi mi  ?
C-2- I982 anayasası daha önceleri on sekiz kez değişerek yepyeni bir anayasal metin haline geldiği düşünülürse , yeni bir anayasa değişikliğine Türkiye’nin ihtiyacı yoktur . Yarım yüzyılı aşkın bir süre devam eden Avrupa Birliği üyelik adaylığı aşamasında  ,Türkiye Cumhuriyeti Avrupa  düzeyinde modern bir anayasaya sahip olmuştur . Özellikle insan hakları alanında gelişmeler anın da tespit edilerek Türkiye Cumhuriyeti anayasasına  aktarılmış ve böylece  Türk devleti çağın en ileri anayasaları düzeyinde temel bir  hukuk belgesine sahip olabilmiştir .Avrupa birliğine tam üye olabilmenin ön koşulu olan çağdaş anayasal yapılanmayı Türk devleti gerçekleştirerek  , Avrupa Birliğine girme aşamasına gelmiş ama Avrupa’nın ileri görünümlü emperyal devletleri olan Almanya,Fransa ve İngiltere’nin hegemonik yaklaşımları ve engellemeleri  yüzünden bir türlü  Türkiye’nin Avrupa kıtasal birliğine tam üye olarak  katılması  bugüne kadar mümkün olamamıştır .Avrupa Birliğine üye olma konusu geride kaldığına göre yeni bir anayasa değişikliğinin zamanı gelmemiştir .
S-3-Orta Doğu planları ya da hesapları doğrultusunda Türk anayasası değişebilir mi ?
C-3-Orta  Doğu dünyanın merkezi bölgesinde yer alan bir bataklık alanıdır . Tarihin ilk dönemlerinden bu yana Orta Doğu’da hem savaş hem de her türlü siyasal çekişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelmiştir . Orta Doğu bataklığına bir giren bir daha çıkamamış ve bu sıcak bölgenin yaşadığı her çekişme bölgeye giren devletleri fazlasıyla uğraştırmıştır .Bu bölgeye Türkler önceleri onuncu yüzyılda Selçuklu İmparatorluğu ile girmişler ve daha sonraki aşamalarda da hem Osmanlı  İmparatorluğu hem de  Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde bin yıllık bir hükümranlığın yürütücüsü olmuşlardır . Bu nedenle , Osmanlı İmparatorluğu sonrasında savaş alanına dönen Türkiye’nin yeniden bölgeye dönebilmesi doğrultusunda Yeni Osmanlı vizyonları geliştirilmeye çalışılmaktadır . Merkezi alanda Büyük Orta Doğu Projesi isteyen Amerika Birleşik Devletleri ile onun yavrusu olan İsrail’in Büyük İsrail imparatorluğu kurma girişimleri de  , Türkiye Cumhuriyetini yeni bir anayasal yapılanmaya doğru sürüklemektedir .  Küreselleşme dönemi ile birlikte bölgeye gelen ABD ve İsrail ikilisinin planları doğrultusunda Türkiye’de bölgedeki yeni planlara uydurulmaya çalışıldığı için , Türk ulusunun önüne yepyeni bir anayasal düzenleme , referandum  uygulaması ile gündeme getirilmektedir . Avrupa Birliği için gerçekleştirilen on uyum paketi sayesinde değiştirilmiş olan Türk anayasası yeni dönemde bu kez Avrupa değil ama Orta Doğu yapılanması üzerinden  gündeme getirilmektedir .
S-4- Tam bu aşamada  referandrumzorunlumuydu ?
C-4-Anayasada belirtilen çoğunluk oyları ile anayasa değişikliği Türkiye  Büyük Millet meclisinde üçte iki çoğunluk sağlaysaydı , o zaman referanduma gerek kalmadan  anayasa değişikliği gerçekleşir ve  gerekli olan süreç tamamlandıktan sonra yeni anayasal düzenlemeler  hayata geçerilirdi .  Ne var ki , bu çoğunluk  Meclis oylamalarında sağlanamadığı için  , yeni anayasa maddelerinin Türk halkının onayına sunulması zorunlu hale gelmiş ve bu yüzden  referandum süreci başlatılmıştır .  Halk kitlelerinin doğrudan doğruya sandığa giderek kullanacağı oylar ile , yeni anayasa değişiklikleri referandum uygulaması üzerinden yürürlüğe girmiş olacaktır . Üçte iki çoğunluğu Mecliste sağlayamayan anayasa değişikliklerinin referandum yolu ile kesinleştirilmeleri  bugünkü Türkiye Cumhuriyeti anayasasının  gerekli olan  düzenlemesidir .
S-5- Referandum süreci nasıl geçiyor  ?
C-5-Halk oylamasına bir aydan fazla bir süre kalmışken , yaşanan olaylar ve gelişmeler dikkate alındığında  referandum sürecinin beklendiği gibi geçtiği söylenebilir . İktidar partisi “Evet” için kampanyalarını gerçekleştirirken , muhalefet  partileri  “Hayır” için yeni  politikalar geliştirerek  halk kitlelerini kendi yanlarına çekmeye çalışmaktadırlar . Bazan kampanyaların sertleşmesiyle beraber halk kitleleri içinde sıcak olaylar ortaya çıkabilmekte ,bazan da  yıllar süren demokratik rejimin bir kazancı olarak siyasal propoganda uygulamalarının belirli bir olgunluk düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir . Şimdiye kadar  çok fazla sorunun yaşanmadığı bir süreç içerisinde referandum uygulaması tamamlanmaya çalışılırken ,sürecin sonuna doğru gelişmelerin hem hızlanacağı hem de sertleşeceği gibi bir olumsuz beklenti kamuoyunda yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır . Siyasal çevrelerin ve özellikle partilerin izleyeceği yollar referandum sürecinin netleşmesinde etkili olacaktır . Daha önceki dönemlerde yaşanan referandum süreçlerinden bugüne yansıyan siyasal deneyimler , sürecin şimdiye kadar olaysız ve çatışmasız tamamlanması için elverişli bir ortam yaratmıştır .  Türk toplumu beklenmedik bir biçimde önüne çıkan referandum olgusunun , olaysız ve belasız tamamlanabilmesi için elinden gelen özveriyi göstermektedir .
S-6-  Referandum nasıl sonuçlanabilir  ?
C-6- İktidar partisi  kendisini diğer partilerden ileride göstererek  kesin olarak “evet “ oylarının büyük bir çoğunluk ile halkın olumlu yaklaşımını öne çıkaracağını  ileri sürürken , muhalefet partileri de  “Hayır “ için çalışmalarını giderek artırırken  , “Hayır” oylarının ülkenin hayrına olacağı temasını sürekli olarak işlemektedirler . On beş yıllık iktidarın getirmiş olduğu yorgunluk ve yıpranma payı yüzünden  iktidar partisinin durumu kamuoyunda tartışma konusu olurken  , muhalefet partileri de genel seçimlerde yenemedikleri iktidar partisini  referandum sırasında geride bırakabilmenin arayışı içine girmişlerdir .  Demokratik rejimin vazgeçilmez unsuru olan siyasal partiler iktidar ve muhalefet kanatları olarak kamplaşırken , meclisteki dördüncü parti olan milliyetçi partinin , iktidardaki ılımlı islam partisinin doğrultusuna girerek , referandumda  “evetçi” cepheye dahil olması  yeni  siyasal gelişmeleri gündeme getirmiştir . Yirminci yüzyılın sonlarında Türkiye’de gündeme gelmiş olan askeri dönemin Türk-İslam sentezcisi politikaların bugünün koşullarında , milliyetçi ve İslamcı partiler arasında  yeniden  güncelleştirildiği görülmektedir . Bu referandum sayesinde bir araya gelmiş olan iki partinin önümüzdeki seçimler döneminde ortak bir liste ile hareket edeceği ve önemli bir oranda milliyetçi bir grubun iktidar partisinin listeleri üzerinden meclise girebileceği daha  şimdiden tartışma konusu haline gelmiştir .Referandum’un  “evet” ile sonuçlanması durumunda ortaya çıkabilecek erken seçim aşamasında bu iki partinin birlikteliğini  siyasal bütünleşme ile sonuçlanabilecektir .
S-7-Referandumdan “evet “  çıkarsa ne olur  ?
C-7-Referandumdan “evet” çıkması durumunda  iktidar partisinin yeni siyasal programı hayata geçme şansını yakalayacaktır . Bu durumda parlamenter demokrasiden başkanlık rejimine geçilecektir . Batı ülkelerinde görüldüğü gibi başkanlık sistemleri nasıl oralarda  eyaletler üzerinden  federasyon tipi devlet yapılanmalarına yol açıyorsa  Türkiye’de güney bölgesinde oluşturulmaya çalışılan yeni kantonlar ya da eyaletler üzerinden gelecekte bir federasyon yapılanmasına sahne olabilecektir .Batı blokuna dahil olan emperyal devletlerin merkezi bölgede oluşturmaya çalıştıkları federal yapılanmanın ,Türkiye’de de uygulamaya geçme aşamasına geldiği görülebilecektir . Türkçü ve İslamcı politikaların birlikte yürütüldüğü bir yeni dönemde Türkiye hem İslam dünyasında hem de Türk dünyasında   daha etkili politikalar geliştirme arayışına girecektir . Yıllardır Orta Doğu’nun  Müslüman ülkelerinde geliştirilmeye çalışılan Yeni Osmanlı vizyonuna paralel olarak , bu kez Türk dünyasında da  yeni bir Avrasya siyasetini  kendiliğinden öne çıkaracaktır . Rusya , Çin ve Hindistan gibi yeni emperyal güçlerin Avrasya bölgesine yönelik  saldırgan politikalarını dengeleyebilecek  ve Avrasya dayanışması doğrultusunda geliştirilecek  yeni politikalar ile Türkiye eskisinden çok daha farklı bir konuma gelebilecektir .
S-8- Referandumdan  “Hayır “ çıkarsa ne olur ?
C-8-Aydın kamu oyu bu durumun Türkiye için hayırlı olacağını , on beş yıllık iktidarın getirmiş olduğu  hegemon tek parti sistemi ile birlikte  ortaya çıkmış olan parti devleti  uygulamalarına son verilebileceği  tartışma konusu  olarak öne çıkmaktadır . Anayasa değişikliğinin red edilmesiyle birlikte parlamenter demokrasinin güçleneceği  ve bu doğrultuda meclisin de  eskisine oranla  daha  güçlü bir konuma geleceği  yeni bir dönem başlayacaktır .Başbakan ve hükümet konumunu korayacak ve böylece  ülke tek adam rejimine sürüklenmekten kurtulmuş olacaktır . Halk egemenliği eskisi gibi devam edecek , yasama organının görevlerinin başkanlık makamına terk edilmesi gibi  tekelci yaklaşım devreye giremeyecektir . Avrupa kıtasının yanıbaşında kurulmuş bir  cumhuriyet  devleti olarak Türkiye’nin daha demokratik bir siyasal yapılanma ile yoluna devam etmesinin önü açılabilecektir . Türk devletinin kurucuları tarafından getirilmiş olan ulusal , üniter ve merkezi yapılanması anayasanın değişmez ilkelerinde varlığını koruyacak ve bu doğrultuda ulusal kurtuluş savaşı sırasında Türk ulusunun kazanmış olduğu hakların korunması eskisi gibi anayasal koruma altında gerçekleştirilecektir .
S-9- Referandum  ertelenebilir mi ?
C-9- Referandumun ertelenmesi olgusu önümüzdeki günlerde gündeme gelebilir ve iktidar partisi bu doğrultuda yeni bir karar vererek  ve  referandumu olağanüstü hal durumunu dikkate alarak  geleceğe bırakabilir . Suriye’de tırmanan savaş durumu ya da güneydoğu bölgesinde terör gibi sıcak konular gerekçe gösterilerek  savaş hali durumu  ortaya çıktığı var sayılarak  referandum ertelenebilir . Nitekim bu doğrultuda bazı muhalefet partisi milletvekilleri önümüzdeki günlerde bir erteleme kararı ile referandumun geleceğe bırakılabileceğini açıkça ifade etmişlerdir .Yeni dünya düzeni daha tam olarak belirlenmeden  köklü bir anayasa değişikliğine gitmenin , Türkiye için yeni süreçte zaaf yaratabileceğinin anlaşıldığı aşamada  gene referandumun ertelenmesi gündeme gelebilir . Erteleme iktidar için bir zaaf olmayacak aksine , Türkiye’nin zaaf durumuna sürüklenmesini önleyecektir . Kamu oyu oluşturma şirketlerinin ortalığı karıştırmalarına fırsat vermeyerek  daha serin kanlı bir  değerlendirme, erteleme kararı yoluna doğru  Türk demokrasisini yönlendirecektir .Erteleme sonrasında ortaya çıkacak yumuşama ortamı erken seçim için elverişli olacaktır .